- Sinemada Nükleer Manyetik Rezonans: R.M.N., Romanya ve Sağ Popülizm - 22 Ocak 2023
- Deve, Cüce, Dev: Üç Belgeselde Finansal Krizler ve Sosyoekonomi Görüngüsü - 16 Ocak 2022
- Hırsız ve Ressam (2020): Hırsızı Anlamalı Mıyız? - 3 Ocak 2022
- Artırılmış Kültürel Gerçeklik: Çizgi Filmlerin ve Animasyonların Kültürel İşlevi - 17 Nisan 2021
- Renkli Sinema Döneminin Renksiz Şaheserleri - 11 Aralık 2020
- Ferit Karol ile Kumbara (2020) Filmi ve Bir Söyleşinin Ötesi: “Siz Geniş Zamanlar Umuyordunuz” - 28 Ekim 2020
- Timurtaş Onan ile Şehirlerde Kaybolmak - 10 Ağustos 2020
- Karl Talip Kara ile Söyleşi: “Kralların Tercihidir Yağlı Boya” - 28 Nisan 2020
- Ver Parayı: Memur Olma Amir Ol - 14 Mart 2020
- Belki Köye Bir Şehir Gelir: Kız Kardeşler (2019) - 22 Eylül 2019
Incendies (2010) ile dikkatleri üzerine çekmesinin ardından son yıllara damga vurmuş Prisoners (2013), Sicario (2015), Arrivals (2016) ve Blade Runner: 2049 (2017) gibi filmlere imza atan Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’e bu sefer kısa bir filmi ile rastlıyoruz: Next Floor (2008).
Son yıllarda uzun metraj Açlığa Doymak (2012) ve kısa metraj Kılçık (2014) gibi Türk filmlerinde rastladığımız doyumsuzluk olgusunu çok daha geçmiş yıllara dönerek yönetmen Villeneuve’un elinden farklı bir üslupla izleyebilmek, bakış açımıza katılan büyük bir zenginlik olarak karşımızda duruyor.
Aristokrat sınıfın bir gün çöküşü gerçekleşecekse bunun doyumsuzluktan kopup gelmesi yüksek ihtimal. Film, işte bu ihtimalin peşinden gidiyor. Ekonomik sınıfsal piramidin en tepesinde oturan sandalye sahiplerinin, varlıklarını ikame ettirebilmek adına durmaksızın yemeleri (zenginliğin sofrada rüştünü ispat eden et yemekleri ve kırmızı şarap simgesi üzerinden temsili) ya da proletaryanın bu sınıfa durmaksızın hizmet tedariki esnasında yüzünde beliren “şimdi sizi zayıf yerinizden yakaladık” hissi seyircide de elbet karşılık buluyor. Bir sınıfın düşmesi diğer bir sınıfın yükselmesine olanak tanır. Belki de sınıflar arasında Das Experiment (2001) filminde olduğu gibi yer değişiklikleri denemek, insan fıtratını daha iyi anlayabilmek adına güzel bir çözüm olabilirdi.
“Dünyanın sonu gerçekten doyumsuzluktan mı gelecek?” sorusunun izinde bir cevap aramayan bu kısa şaheser, tüketim ve eller havaya neslinin içinden bağıran bir tabirle bizleri “Derine, derine daha derine,” çağırıyor. Hem de yerin en dibine. Belki de cehennemin dibine.
Orada ne var? Buyurun filme: