Sinemada Nükleer Manyetik Rezonans: R.M.N., Romanya ve Sağ Popülizm

Alpaslan Paşaoğlu Hakkında

Uzun zamandır konargöçer bir Egeli olarak İstanbul'da yaşamaktadır. Radikal, Fil'm Hafızası, Cineritüel, Havayolu 101 başta olmak üzere çeşitli mecralarda yazıları yayınlanmıştır. Ayrıca belgesel ve farklı kategorilerde senaryo çalışmaları bulunmaktadır.

Romanya Komünist Partisi lideri Nikolay Çavuşesku’nun 1989 yılına kadar süren diktatöryel rejimi, ülke halkında ciddi tahribat yaratmıştı. Bu toplumsal enkazın sosyolojik hasarı tespit edilmeye çalışılırken doğan Rumen Yeni Dalga Sineması da sinematografik derinliği ile hafızamızda yer etti. Üstat Lucian Pintilie, bir sonraki nesilden Cristi Puiu, Radu Jude, Bogdan Mirica, Corneliu Porumboiu ilk aklıma gelenler. Tabii geçtiğimiz yıl Cannes’da Metronom (2022) filmi ile oldukça ses getiren Alexandru Belc de Romanya sinemasının yükselişteki yeni yönetmeni. Fakat yazımın ilhamını sağlayan yönetmen, saydığım isimlerden farklı bir yerde konumladığım Cristian Mungiu ve onun 2022 yılı enlerim arasında yer alan R.M.N. filmi.

Sinemaseverler Mungiu’ya Cannes’da aldığı ödüller ve adaylıklardan aşina. Zira 2007 yılı Cannes ödüllerinde 4 Luni, 3 Saptamâni si 2 Zile (4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün) ile FIPRESCI ve Palme d’Or’a uzanan Mungiu, 2012’de Dupa Dealuri (Tepelerin Ardında) ile en iyi senaryo ve 2016 yılında da Bacalaureat (Mezuniyet) ile en iyi yönetmen ödüllerini kazanmıştı.

Filme adını veren R.M.N. sözcüğü, MR (Emar yani Manyetik Rezonans Görüntüleme) işlemi tabirinin Rumencedeki kısaltması. Filmin dramatik karakterlerinden biri olan Papaz Otto’nun (ulusal dini temsil, Ortadoks kilisesi), sağlık sorunları nedeniyle MR’a alınmasını gördüğümüz bir sahnede sinopsis de teşhir edilmiş olur. Etnik, sosyolojik, politik ve dini pek çok çatışmayla kuşatılmış bir ulusun kapsamlı beyin taramasını yapar Mungiu.

R.M.N.’yi daha iyi anlayabilmek için hem Romanya’nın içinde bulunduğu politik atmosferi hem de bağımsızlık fitilini elinde tutan Romanya Macarlarının yaşadığı ve filmin de çekildiği bölge olan Transilvanya’yı incelemekte fayda var. Fakat filmin konusunu özetlemeden bu kısma geçmeyelim.

Hikâye, maden ocaklarının kapatılması sonrası gençlerin iş bulmak için terk ettiği ve turizmle ayakta kalmaya çalışan Transilvanya’daki bir dağ köyünde geçer. Almanya’da işçi olarak çalışan Matthias (Marin Grigore), oğlunun ormanda yaşadığı travma nedeniyle endişelenerek geri döner. Sonrasında bölgeye hizmet eden ekmek fabrikasının etrafında şekillenen toplumsal birikmişlik gün yüzüne çıkacaktır. Arada farklı etnik gruplara mensup karakterlerin iç dünyasına da girilir. Tarihsel yük ve ülkenin politik, ekonomik atmosferi hikâyede belirleyici etkendir.

Romanya Yakın Siyasi Tarihi

Romanya’nın yakın siyasi tarihine bakış attığımızda bir yandan A.B.’ye uyum politikaları nedeniyle yaşadığı toplumsal huzursuzlukları bir yandan da kabine istikrarsızlıkları ile boğuştuğunu görebiliriz. Nitekim 20.121.641 milyonluk (2021 sayımı) nüfusun 466 milletvekili ile temsil edildiği Romanya parlementosu, Çavuşesku döneminden günümüze gensorular ile devrilen pek çok hükûmete tanıklık etti.  Sadece son 20 yılda yaşananlar bile siyasi istikrarsızlık tabirinin ‘Romanya vesikası’.

Eski devlet başkanı Traian Băsescu, Anayasa’yı ihlal gerekçesiyle 2009 ve 2012 yıllarında 2 kez görevden alınmış, hakkında düzenlenen referandumda yeterli çoğunluğun sağlanamaması nedeniyle Anayasa Mahkemesince görevine iade edilmişti. Ayrıca Sosyal Demokrat Parti’den ülkenin ilk kadın başbakanı Vasilica Viorica Dăncilă hükümetinin 2018’de, Ulusal Liberal Parti’den Macar kökenli Ludovic Orban başbakanlığındaki hükûmetin 2020’de ve Florin Citu başbakanlığındaki hükûmetin de 2021’de gensorularla düşürülmesi vaki. Mevcutta ise Alman kökenli öğretmen Klaus Iohannis Devlet Başkanlığı, eski Genelkurmay Başkanı Nicolae Ciucă da Başbakanlık görevlerini sürdürüyor.

Romanya, zengin etnik yapısı ile Avrupa’nın belki de en kozmopolit ülkelerinden. Bu nedenle R.M.N gibi bir filmin kaşıdığı azınlık, göçmenlik ve ulus olma sorunsallarının temsili için de en verimli Avrupa coğrafyası denebilir. Yönetmen Mungiu’nun bizi misafir ettiği Transilvanya (*) ise Banat ile birlikte Romanya’nın en büyük iki bölgesinden biri. Aynı zamanda da tarihi ve kültürel mirası en zengin eyalet.

Transilvanya, ülke genelindeki 2.5 milyon (%6.6) Macarın en yoğun (1.4 milyon) yaşadığı yer. Filmin genelinde bu kırılgan etnik yapının altı çizilse de geçmişte yaşananlarla pek ilgilenilmiyor. Yani zamanında ne olduysa olmuş. Bugün için bilinmesi gereken şey Macarların Romanya’da anadilde eğitim, Macarca yayın yapan radyo, gazete ve televizyon kanalları, yargı kapsamında kendilerini öz dillerinde savunma gibi pek çok kültürel hakka sahip olması. Tabii bölgenin ansiklopedik bir geçmişe sahip olduğu da bilinmeli. Ayrıca geçtiğimiz günlerde Netflix’de gösterime giren Rise of Empires: Ottoman’ın 2. Sezonunda da işlenen Kazıklı Voyvoda’nın hikâyesi, bölgeyi ülkemizde bugünlerde daha da popüler kılmakta.

Tarihsel geçmişi birkaç cümle ile özetlemek gerekirse; Rumenceye Macarca “orman ötesi” anlamındaki “Ardeal” sözcüğünden evrilen Erdel, uzun yıllar Macar İmparatorluğu idaresinde kalmış ve 1920’de Romanya’ya katıldıktan sonra Latince “ormanların ötesindeki il” (terra ultra silvas) anlamına gelen Transilvanya olarak anılmaya başlanmış. İlginç etnik ve dinî feodal tabakalaşmaya sahip bölgede filmdeki kasabalı halkın pek de hoş anmadığı Hunlar, Avarlar, Sekeller olarak bilinen Sakson (bugünün Romanya Almanları) toplulukları yaşamış. Ve tabii Daçya (Dacia) ve Romen Kolonistlerin uzantısı olan ülkenin hatta bölgenin ana asli unsuru Rumenleri söylemiyorum bile.

Bölgedeki mevcut sorunların temelini oluşturan Çavuşesku döneminin “şehirleştirilmiş ziraî proletarya” uygulaması ile Rumenleştirme (ulus yaratma) siyaseti güdülmesi bir süre sonra Macar bir papazın idaresinde gerçekleşen direnişe sebep olacak, bu direnişin sonucunda da Cavuşesku ve onunla birlikte komünist rejim yok olacaktır. Bugünün Erdel’i yani Transilvanya’sındaki Macarların kültürel ve idari özerklik maksatlı kurmuş olduğu siyasî partiler, örgütler Romanya siyasetinde de önemli bir yere sahiptir.

Bu kadar tarihi ve coğrafi referans verince tümden varım mantığı ile Mungiu’nun filmi çektiği köye dair de birkaç kelam etmem gerek. R.M.N.’nin geçtiği köyün gerçekteki ismi Macarlar için Torockó, Rumenler için Rimetea, Almanlar için de Eisenburg.** Gördüğünüz üzere tartışmalar daha buradan başlıyor. Köy, eski bir maden bölgesi çevresinde. Filmin can alıcı uzun kilise sekansında, yerli halkın iktidar yanlısı papaza, köydeki ekmek fabrikasında çalıştırılmak üzere getirilen Sri Lankalılara yönelik isyanı var. Ağızlarından dökülen “zaten çingeleri zor temizledik” nâraları, geçmişte bölgede yaşayan ‘yabancı’ çingenelerin de artık orada yaşamadığını ifşa ediyor. Yine filmde olduğu gibi gerçek hayatta da geçimini turizmden sağlayan Torockó aslında 1999 yılında kültürel mirasın korunması adına Europa Nostra ödülü almış bir kasaba.

Ama belki de rahatsız olunan konulardan bir tanesi de A.B.’nin bu tip ödülleri, dayatımları. Nitekim köy ve civar bölgenin ekmek ihtiyacını karşılayan fakat kapitalist vehimlere kapılarak yatırımlarla büyüme evresine giren fırın yöneticilerinin asgari maaş politikaları ile kısıtlı yerel istihdam sağlamaları öfke uyandırıcı. Bölge insanının çalışmak için “Batı’ya” göç ettiği bir ortamda üstüne kapanan maden ocaklarının yerine geçen yeni kapitalizm dişlisi fırının da halkının yanında olmak yerine A.B.’nin destek fonları ile Sri Lanka’dan daha ucuza çalışacak ekmek ustaları getirmesi ortalığın bir süre sonra tozu dumana katılmasına neden olacak. Fabrikanın bu duruma bakışı ise asgari maaşa çalışmak istemeyen yerel halka bu vaziyetin müstehaklığı.

İşte karşımızda Avrupa’da artan ırkçılık sarmalının güncel temaşası. Aslında filmde katalizör görevini Matthias karakteri görüyor. Oğlu, metresi, eşi ve Papaz Otto ile ilişki ağı; aksine kasabası yani halkı ile de kuramadığı bağ belirgin. Matthias’ın amaçsız görünen ruh hâli ile motamot davranışlar sergilemesi, toplumun gelecek belirsizliğinin de bir göstergesi. Yapılagelen şeylerin yapılmaya devam edilmesi gerekliliği vurgulanmakta. Matthias oğlunu, anlaşamadığı eşinden farklı bir şekilde yetiştirme arzusu ile dolu. Diğer yandan filmin merkezinde yer alan fırının yöneticisi beyaz yaka Csilla (Judith State) ile olan metres ilişkisi de bir diğer ateşleyici unsur. Csilla kasabanın (ülkenin) okur-yazar ve entelektüel temsili. A.B. fonları üzerinden fabrikaya getirdiği göçmen işçiler nedeniyle aslında kendi eli ile çıkarttığı bu karmaşada, sebebi her ne olursa olsun onların temel insan haklarını tek başına savunması ve tüm topluma göğüs germesinden Rumen toplumunda hâlâ popülist politikalar dışında desantirilizasyona inanan birilerinin de var olduğu mesajı verilmeye çalışılıyor. Cebren ulus kimliği yaratılmaya çalışılan bir ülkenin hesaplanmamış toplumsal sapmaları bunlar.

Matthias, hayatındaki tüm başarısızlıklarını emekli Papaz Otto’nun gündelik işlerini görmeye çalışarak -inançlı olmak adına bir çabadan ziyade din adamının sembolize ettiği toteme hizmet etme güdüsü – ve bugüne kadar ihmal ettiği babalık vazifesini geç de olsa üslenerek olumsuz imajını tersine çevirme gayretinde. Bu noktada D.W. Winnicott’un hakiki kendilik ve düzmece kendilik yaratım kuramı, kapsamlı bir çıkarımda bulunmamızı sağlar. Aynı zamanda Freud’un meşhur tezi Oidipus Karmaşası bu filmde de metnin merkezinde. Baba-oğul karşılaşmalarında ortaya çıkan oğula şiddetin öğretisi, şiddetin kendi anlamından bağımsız baba-oğulun karşılaşamaması, babasızlık ve çocuğu kaderine terk etmenin boşluğunda ancak hayatta kalması sağlanımının istemi.

Gelgelim tüm bu debdebe içinde ülkemizde olduğu kadar Avrupa bağımsız sineması da taşra sıkıntısı veya taşra muhafazakarlığı konusuna son yıllarda kafayı takmış durumda. Bu konseptin son başarılı temsilcisi bildiğiniz üzere Emin Alper’in Kurak Günler filmi. Fakat R.M.N. taşra üzerinden tüm dünyaya çanak tutarak  pek çok şeyi aynı anda konuşmamıza olanak tanıyor. Bu noktada daha evrensel bir kaygı içinde.

Örneğin etnik yapısı kaşındığında en ufak bir kıvılcımdan koca bir iç çatışmaya sahne olabilecek bu topluluğun, ekonomik sorunların çıkmazında iken günümüzün küresel meselelerinden göçmen işçi sorunu ile karşı karşıya kalması, arzulanan Rumen ulus birliğini kendi kendine sağlayıveriyor. Hepi topu üç Sri Lankalı göçmeni bünyesine alamayan, onların pis! elleri hamura değiyor diye fabrikadan ekmek almayı kesen eşraf, kocaman bir alev topuna dönerek linç kültürüne sarılıyor.

Bunu Kurak Günler’de de görüyoruz. Yanıklar kasabası sakinleri “Herkes suçluysa kimse suçlu değildir” düsturu ile hareket ederek Savcının evini ateşe veriyor, camına taşlar atıyor. Kolektif suçun işlenmesi suçun suç tanımından çıkmasını sağlıyor (1). Keza nezdimde yılın en iyi filmlerinden biri olan The Beasts’te de benzer bir linç örneği görülür. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan İspanyol Galiçya köylüsü, emperyalist Fransızların köylerindeki rüzgar enerjisi yatırımı isteği karşısında her şeylerini satıp şehre kaçmak ve artık rahat etmek istemektedir. Fakat zamanında şehirde kendi ekonomisini yeterince kazanmış olanın köye tersine göçü, bu köyde henüz hiçbir şey kazanamamış olanın çıkış yolu ile çakışacaktır. Yine çiftlikler yakılır, evler taşlanır. Kuyu suyu zehirlenerek “öteki”nin hayvanı, mahsulü telef edilir.

The Beasts (2022)

Diğer yandan Fransız olanın kötü imgelemi yalnızca The Beasts ile sınırlı değildir. R.M.N. filminde de köye huzursuzluğu getiren yine emperyal Fransa’nın STK çalışanı bir genç üyesidir. Fabrikayı A.B. fonları ile tanıştırır. Bir yandan yaban hayatını korumak için bölgedeki ayıları sayarak kayıt altına almaya çalışmaktadır. Fakat köylü avlanmayı sevmektedir. Avcılığı ile ünlü bir köydür (Kurak Günler ile bir benzerlik daha). Üstelik yine köylünün Fransıza cevabı hazırdır. Fransızlar, kendi ülkelerinde kalkınmak için otoyollar, köprüler yapmak için ayıları öldürmüş ve şimdi kalkıp bir başkasının, yani onların ayılarını saymaktadır. Fransa üzerinden “kötü Batı” retoriği, The Beasts’teki gibi hissettirilir. Halbuki 1789 Fransız Devrimi’nin meşhur taşlı sopalı Versailles Sarayı baskınını gerçekleştirenler de Fransızların kendisidir.

R.M.N, The Beasts ve Kurak Günler filmlerinin kesiştiği en ilginç kısım ise cama taş atma ve yakma fiilerini gerçekleştirenlerin, linç ettikleri kişiler ile yüz yüze geldikleri anda efsunlanarak kendi düşük konumlarını hatırlamalarıdır.  Kalabalık, öfkesini ancak görünmeyene yöneltebilir. Güç ve otorite ile yüzleşmek linci sekteye uğratır. İlkel bir sosyal kontrol mekanizması olan linç kültürünün yükselişe geçtiği coğrafyalarda, cezai müeyyidelerin yetersizliği ve toplumsal iletişimsizliğin baskın olduğu görülür. Kolektif, örgütlü bir hukuksuzluk kampına evrilen kalabalıklar yeknesak olur. Bu tanıma delil olarak A.B. üye ülke ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerine 2010 ve 2020 yılları arasında kayıt düşen 33 bin antisemitik/ırkçı saldırı vakasını gösterebiliriz. Bunun 17 bini ise politik temalı saldırılar.

The Beasts (2022)

Aşırı Sağ Neden Yükselişte?

Avrupa özelinde 2011’deki Euro, sonrasındaki göç, Covid-19 pandemisi ve mevcuttaki Ukrayna Savaşına ilintili enerji krizlerinin üst üste gelmesi aşırı sağ popülist partilerin yükselişine sebep oldu. Bu tabii ekonomik ve siyasal istikrarsızlıkların etkili olduğu dönemlerde sık görülen bir trend. Avrupa yakın siyasi tarihinde 1990 sonrasında da yükselişe geçtiği görülen sağ popülizme, o dönem için yine kapitalist üretim, agresif kalkınma politikaları güden neo-liberal ekonomi modelinin neden olduğu söylenir. Sağ popülizmin beslendiği en büyük kaynağın ise temelde ırkçılık olduğu ifade edilmektedir.

Irkçılık, “biz” ve “onlar” arasındaki hayati ayrıma bağlı ‘öteki’nin algılanış biçimi üzerinden kendini ifade eden etnik-merkezli bir ortak payda (2). Soğuk Savaş döneminde kabuk değiştiren ideolojiler ve özellikle 80 sonrası yeni nesil göçmen toplulukların karşılaştığı siyasi, kültürel baskılar, ırkçılığın bilimsel alandan çıkarak daha çok sosyal bir fenomene dönüşmesine neden oldu. “Kültürel ırkçılık” olarak adlandırılan bu yeni ırkçılık biçimi, geçmişte Avrupalı devletler tarafından domine edilen ve sömürgecilik tarihinin bir parçası olan bilim sahasından, büyük ölçüde “yabancı” ve “zayıf” olarak algılananlara karşı yöneltilen bir olgu haline geldi (3). Dilimize ‘yabancı düşmanlığı’ (xenophobia) olarak geçen kavram için Master ve Le Roy bu tanımı açar: “kültürü içinde barındıran bir ulusa, özdeş kimlikle bağlantı kurarak, yabancılara karşı duyulan güvensizlik, korku ve/veya nefretin ifadesidir” (4). Diğer yandan Vorster, ulus-devletin kuruluşunda din ve kültürün yabancı düşmanlığı kapsamında önemli bir rol oynadığına vurgu yapar. Bu bağlamda bazı Batılı yazarlar A.B’nin kurulmasında Katolik Kilisesi açık yararının bulunduğunu ifade eder. Avrupa medeniyeti Hristiyan kaynakları harekete geçirerek “Yeni Hristiyanlaştırma” ruhunu teşvik etmektedir (5).

Örneğin Macar lider Orban’a göre Suriyeli Müslüman mülteciler bir istilacı olarak görülmektedir ve Hristiyan toprakları Müslüman topluluklar ile birleşmeyecektir (6). Fransız Le Pen ve İtalyan Meloni de Milliyetçi, koyu Hristiyan, AB ve Göçmen karşıtı popülist politikalar güder. Nitekim R.M.N’de Sri Lankalı göçmen işçiler Hristiyan olmasına ve kilisede bulunmak istemelerine rağmen bağnaz topluluk tarafından Müslüman olmakla yaftalanırlar! Halbuki Romanya sınırları içerisinde 200 binlik bir Müslüman nüfus pratiği de bulunmaktadır. Bu tip söylemlerin altında yatanın her ne kadar ırkçılık temelli olduğu bilinse de, yabancı düşmanlığı aslında salt Arap, Türk, Afrikalı ya da benzeri ırklara yönelik kasıtlı bir ayrımla açıklanamaz. Aksine radikal, kriminal kavramların yabancı, öteki ile anılması sık rastlanan sosyolojik bir vakadır (7). Yazının bu etabının başına gidecek olduğumuzda A.B.’nin yaşlanan demografik yapısı ve dolayısıyla küçülen iş gücü gerçeğini ele almıştım. Ekonomik sorunsal; kişisel güvensizlik ve gelecek korkusunu büyüterek A.B. içindeki ırkçılığı besler gerçeğini unutmamak gerekir (8). Paralel biçimde, ulus-devlet yaratımı esnasında artan işsizlik ve sosyo-ekonomik olumsuzluklar, o ülke içerisinde yaşayan göçmenlerin suçlanmasına ve refah devletinin sırtında bir yük olarak algılanmasına neden olur.

Bunda Türkiye ve Romanya gibi gelişmekte olan ülkelerin tarım nüfusunda, ücret ve kazanım düşüklüğü nedeni ile yoksulluktan kurtulamamasının payesi yüksektir. Çünkü dış göçlerle birlikte iç göçler de bu tip ülkelerde yoğundur. Büyük şehirlerde toplanan kırsal nüfus, Tarım sektörü aracılığıyla ülke ekonomisine katkı sağlayamadığı, sosyal ve ekonomik haklarını alamadığı için kendini kasabalılık halinden çıkaracak bir motivasyon duymamaktadır. Tüm bu kasabalaşma ya da kırsallaşma sorunsalını özetleyen Hakan Sipahioğlu, makalesinde Orta Anadolu köylüsü ile aydın bir subayın karşılaşmasını anlatan Yaban kitabına değinir. Sipahioğlu’na göre yukarıdan modernizasyon projesi olarak Kemalizm’e inanan aydının modern Türk ulusunu yaratmak hasleti, diğer tarafta Mustafa Kemal’e sempatiyle bakmayan, hatta Türk – Yunan Savaşı’nda Yunan’ın kazanmasında kurtuluşu arayan mesihçi zihniyeti Yanıklar’da karşı karşı getirir. Hukukun üstünlüğüne inanan kasabadaki savcı ve  gazetecinin karşı cephesinde, belediye başkanının hukuk okumuş oğlu Şahin’in peşinden sürüklediği linç toplumu konumlanmakta ve orman kanunlarına, kaderciliğe inanmaktadır. Sipahioğlu, biat kültürüne sahip bir topluluğun artık Yaban’daki “güruh” hâlinden evrilerek, sistemi ele geçirmiş örgütlü bir yapıya dönüştüğünü belirtir (9).

Kurak Günler_Savcı

Nitekim Kurak Günler filmi ile özdeşleşmiş obruk oluşumu, ismi ile müsemmadır. Obruk; Rus, Türk mitolojilerinde ve halk inancında vampir anlamında kullanılan Ubır sözcüğünden gelir. Ubır; açgözlü, azgın ve her şeyi yutan, leşle beslenen bir yaratıktır. “Girdap” anlamında da kullanılır (10). Ekonomik umutsuzluğun taşradaki izleri, bilinçsiz kavramların yer ettiği zihinlerde vücut bulur. Halk, başkasındakine haset eder, vampirleşir. Kurak Günler’de adalet arayışındaki savcı ile gazeteciyi, The Beasts’de (2022) köyün istikbalini düşünen şehirli çiftçiyi ve R.M.N’de yabancıyı öldürmeye teşebbüs eder. İmkânsızlıkların sürdürülebilirliğinde müesses nizamın devamı elzemdir.

Kurak Günler_Obruk

Mungiu’nin R.M.N filmi bakın hangi konulara kapı araladı. Yönetmen bir röportajında hiçbir zaman bir fikirden yola çıkmadığını, oluşturduğu bir hikâyenin üzerine filmlerini konumladığını ifade ediyor. Çünkü fikirlerin fazla kavramsal olabileceğine inanmakta. Bir fikirden yola çıkmanın, filmin o fikrin demonstrasyonuna dönüşme ve hiçbir şey anlatmama tehlikesine düşmesine neden olabileceğini düşünüyor. Dolayısıyla önce hikâye vardır. Hikâyeler fikirlerimizi biriktirir.

Dipnot

*Erdel ve Büyük Erdel olmak üzere ikiye ayrılan Transilvanya eyaletinin bugünkü yüzölçümü 39.372 km². Nüfusu 8 milyon civarında. Bu nüfusun % 65’i Rumen, % 26’sı Macar ve % 6’sı Alman asıllı. Ayrıca bölgede küçük Slav grupları ile Yahudiler de yaşamakta.

**1910’da 1.512 kişilik nüfusun 1.343’ü Macar ve 136’sı Rumen iken 2000’li yıllların başında 1.393 sakini bulunmaktaymış. Bunlardan 1.241’i Macar, 128’i Rumen ve 24’ü Çingene. Civar köylerde de Alman nüfus bulunmakta. Hatta baş karakter Matthias da Alman köklere sahip.

Kaynakça

(1) Tutucu, Berfin. (2023). “Kurak Günler: Her Obruk Suya Duyulan Sonsuz Arzudur Aslında”, https://dialmformovie.net/2023/01/11/kurak-gunler-her-obruk-suya-duyulan-sonsuz-arzudur-aslinda/

(2) Vorster, M. (2002). “Racism, Xenophobia and Human Rights”, The Ecumenical Review, Vol. 54, Issue 3, p. 297.

(3) Funke, Hajo. (2001). “Europe at the Threshold: Fairness or Fortress? Racism, Public Policy and Antiracist Concepts”, United Nations Institute for Social Development, Conference Paper, Durban, South Africa, 3-5 Septemper, p. 3.

(4) De Master, Sara, Le Roy, Michael K. (2000). “Xenophobia and the European Union”, Comparative Politics, Vol. 32, No. 4, p. 425.

(5) Vandermersch, Edmond, Meydert, Jean. (2003). “Katoliklik”, Avrupa Birliği Ülkelerinde Dinler ve Laiklik, haz. Jean Bauberot, çev. F. Arabacı, (Ufuk Kitapları), s. 189.

(6) Akın, Ahmet Ziya (2019). “Neoliberalizm Etkisinde Sağ Popülizmin Yükselişi: ABD, Macaristan Ve Fransa Örnekleri”. Uluslararası Politik Araştırmalar Dergisi. Volume 5, Issue 1, ss. 27 – 39.

(7) Roberto, Aliboni (2006). “The EU, Islamophobia and Immigration”, Conflict in Focus, Issue 11,  p. 2.

(8) Yılmaz, Fatma. (2008). “Avrupa Birliği’nde Irkçılık Ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele”. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği Ve Uluslararası Ekonomik Dış İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.

(9) Sipahioğlu, Hakan. (2022). “Kurak Günler: Su veren itfaiyeyi ne yapmalı?” https://e-komite.com/2022/kurak-gunler-su-veren-itfaiyeyi-ne-yapmali/

(10) Karakurt, Deniz. (2011). Türk Söylence Sözlüğü. Açıklamalı Ansiklopedik Mitoloji Sözlüğü,. E-kitap. Birinci Baskı.

Bir cevap yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.