Sinemanın Unutulmaz Dans Sahneleri: Neşe, Keder, Çokça Müzik!

“Oy­sa uykuyu severim ben, gerçekten severim çünkü uyu­duğum zaman rüya görürüm. Rüyamda sevdalanır, geçici bir aşkın bir anlık alevinde tutuşurum; gezgin bir oyun­cu olurum o zaman, derin sularda avlanan bir balıkçı, bir Çingene falcı; yasak ağacın yapraklarını bile yalayıp yu­tar, yıkılana kadar içip dans ederim.

Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı

Sinema tarihinde müzikal dendi mi Singin’ in the Rain (1952), West Side Story (1961), Grease (1978) gibi akla ilk gelen kültler, Moulin Rouge! (2001), Chicago (2002), Mamma Mia! (2008), La La Land (2016) gibi yakın tarihli örneklerler var. Bir de sinemada müziği bir dil yaratacak şekilde öyküsünde eriten, dansın eşlik ettiği, “o” sahnesiz düşünemediğimiz filmler…

Unutulmaz dans sahnelerimizi listelerken aklımızda şarkılar, gözlerimizi kapadığımızda dans etmeye başlayan karakterler ve sevdiğimiz yönetmenler vardı. İşte sinemanın unutulmaz dans sahneleri.

Keyifle okumanızı dileriz.

Il Gattopardo (yön: Luchino Visconti, 1963)

Bazı dans sahneleri vardır ki filmin nüvesini oluşturur. Eserin karakteristik yapısını yansıtmasının yanında estetik olarak da kendisini belli eder. Visconti’nin epik şaheseri Il Gattopardo’nun (1963) vals sahnesi, bunların başlıcasıdır.

Yapıt, Sicilyalı büyük bir ailenin zamanın şartlarına dayanamayarak dağılması üzerinden Fransız İhtilali ile ortaya çıkan özgürlük, eşitlik gibi kavramlar altında aristokrasinin eriyişini gösterir. Filmin ortalarına doğru gelen sahnede Burt Lancaster’ın canlandırdığı ailenin lideri, -zamanın starlarından Claudia Cardinale’in güzel bedeninde vücut bulan- yeğeninin yeni eşiyle uzun bir vals yapar. Valsin zahmetli, gösterişçi, kibirli ama aynı zamanda şık ve zarif yapısı, aristokrasinin sınıfsal özellikleriyle birebir örtüşür. Balodaki herkesin ağzı açık izlediği bu dans ile aile son arz-ı endamını yapar. Visconti, dehasıyla ölümsüzleştirdiği sahne ile filmi de böler, artık işler aile için kolay gitmeyecektir. (Artun Bötke)

Gadjo Dilo (yön: Tony Gatlif, 1997)

Tony Gatlif’in canhıraş şarkı söylemeye başlayan çingeneleri, evsizleri, uçarı karakterleri, dansı ve müziği bir direnme stratejisi, özgürlük biçimi olarak kullanırlar. Çokkültürlülüğün, sınırsızlığın, çokdilliliğin içkin sembollerinden olan müzik ve dans, onlar için ölüme bile eşlik edebilir. Bazen bir ağıtta yakılır, bazen bir törene katılır, bazen iki çılgın âşığın aşkını doğaya haykırır, bazen de bu filmde olduğu gibi hem isyanı hem neşeyi birlikte körükler. Şarkı söyleyen, dans eden kadınlar, sarhoşlar, kafası ayıkken dünyanın anlamına varanlar, hayatı bir günmüşçesine yaşayanlar, şarkıcılar, doğuştan müzisyen olanlar birbirine karışır; sınırlar ve uluslar anlamını yitirir. Artık burası kocaman bir şölendir.

Tony Gatlif sinemasının başyapıtları arasında yer alan Gadjo Dilo (1997), Tutti Frutti şarkısının eşlik ettiği unutulmaz dans sahnesiyle akıllarda yer edinmiştir. Bahsettiğimiz sahnede şarkıcı Milan’ın ölümü üzerine beş kişi mezarın başında toplanır. Filmin ana karakterlerinden olan acılı baba Isodor mezarı önce vodka ile ıslatır, ardından Tutti Frutti şarkısına eşlik eden bir akordeonla anma dansına başlar. Yaşam ile ölüm kol koladır. (Dilan Salkaya)

8 ½ (yön: Federico Fellini, 1963)

Tüm zamanların en şahsına münhasır yönetmenlerinden Federico Fellini’nin hem kendi filmografisinin en iyilerinden hem de dünya sinemasının başyapıtlarından olan filmi 8 ½ (1963), yeni film projesinin yapım aşamasının tam içindeyken içsel sıkıntılar yaşayan Guido Anselmi’nin hikâyesine odaklanıyor. Aynı zamanda Fellini’nin kendi hayatından da izler taşıdığı söylenen eser, Anselmi’nin hayal dünyası, çocukluğuna dair geriye dönüşleri ve gerçek yaşamı arasında gidip geliyor.

Cinselliğe düşkünlüğü ve kurduğu fantezilerden dolayı gördüğü her kadına ilgi duyan Guido’nun ne zaman ciddi bir iş yapması gerekse kadınlar dikkatini dağıtıyor ve filmine odaklanamamasına mahal veriyor. Fikirlerini hayata geçiremedikçe de daha fazla sıkıntıya düşüyor. Guido’nun ahbaplarıyla oturduğu masada, takma cadı burnunun kendisine verdiği ciddiyetsizlikle, sahnede partneriyle dans eden küt saçlı kadını hayran hayran izlemesi, bir işi ne kadar gerçeklikten uzak yaptığını da gösterir nitelikte. Karşısında tüm cilvesiyle dans eden bir kadının varlığı onu bütün ciddi işlerden alıkoyabiliyor, her ne kadar sancısını çektiği bir film yapımı sürecinde olsa da. Aynı zamanda filmdeki bu dans sahnesi, yapımından otuz bir yıl sonra Quentin Tarantino tarafından çekilecek Pulp Fiction’daki (1994) dans sahneleri için de etkili oluyor; öyle ki etkilediği o sahneyi de sinema dünyası içinde bir kült hâline getirebiliyor. (Nurbanu Gürsoy)

Pulp Fiction (yön: Quentin Tarantino, 1994)

Vals nasıl kendine has kuralları olan ve bunların esnetilemediği bir dans ise twist de bir o kadar tersidir. Şarkının ritmine kendini kaptırır, gidersin. Artık içinden ne gelirse… Tarantino’nun üzerinden yıllar geçse de asla eskimeyen başyapıtı Pulp Fiction (1994) denilince akla gelen ilk şeylerden biri de Uma Thurman ile John Travolta’nın efsanevi danslarıdır.

Travolta’nın oynadığı mafya tetikçisine, patronun metresini (Thurman) eğlendirme görevi verilir. Bu zorunlu akşam, sahnede twist şampiyonası yapılacağı duyuruluncaya kadar gayet sıkıcı geçer. Travolta’nın müzikal yıldızı olduğu 70’lerin sonlarına da gönderme yapan sahnedeki ikilinin figürleri, popüler hayata bomba gibi düşmüştür. Tarantino’nun artık alışageldiğimiz oyunbaz numaralarının ilklerinden olan bu sahne, film ile beraber sinema tarihine geçmiştir. (Artun Bötke)

Ex Machina (yön: Alex Garland, 2014)

Yapay zekanın keşfi ve kâşifi ile ilişkisi üzerine yapılmış akıl dolu bir film Ex Machina (2014). Patronunun icat etmiş olduğu sistem karşısında büyülenmiş fakat zaman geçtikçe olanlar sonucu şaşkına dönen bir şirket çalışanı ve gerçek bir kadına dönüşmek isteyen bir robotun hikâyesi. Filmdeki dans sahnesi ise Oscar Isaac’in canlandırdığı kâşif ve şirket sahibinin çalışanı üzerinde kurduğu baskı ve üstünlüğün adeta fiziksel bir yansımasını simgeliyor. (Mustafa Koca)

Leblebici Horhor (yön: Muhsin Ertuğrul, 1923)

Türk sineması dans kokan hareketleri perdeye taşıma konusunda tiyatro kadar mahir değil. Fakat müzikalin ilk varoluşunun sinema tarihimiz kadar eskiye dayanması da ayrı bir köşede durmakta. Bunun müzikal anlayışın kültürel haznemize erken katılımı ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Yakın zamanda dansın bireyde ifade ettiklerini sorgulayan projeler olsa da, ciddi anlamda bunu senaryosunun temeline alan eserler yok denecek kadar az. Puhu TV’de izlediğimiz Fi-Çi dizisinde Black Swan (2010) etkilerini görmemizi güncel bir yapay örnek olarak ifade edebiliriz. Başlı başına dans ve müzikali birleştiren bir filmden bahsedeceksek de bu şüphesiz Ömer Lütfü Akad’ın beyazperdeye uyarladığı Lüküs Hayat (1950) olmalı.

Fakat ben çok daha eskilere gitmek istiyorum. Türkiye’nin sinemadaki ilk müzikal örneklerinden biri olarak da sayabileceğimiz 1923 tarihli Leblebici Horhor’a. Henüz sinemada sesin olmadığı dönemde böylesi bir denemenin yapılması büyük bir başarı ve yenilikçilik örneği. Muhsin Ertuğrul’un başarısız film girişimlerinden sonra ilk kez dikkat çekmesini sağlayan eser, Mirasyedi Hurşit Bey karakteri ile Horhor adlı bir leblebicinin kızı Fadime’nin aşk öyküsünü ele alır. Nitekim filmin sesli versiyonu da 1934 yılında senaryosuna Nazım Hikmet’in destek vermesiyle yeniden çekilir. Yakın dönemin Neredesin Firuze (2004), Yedi Kocalı Hürmüz (2009), Unutursam Fısılda (2014) gibi yapımlarını ele aldığımızda Leblebici Horhor, tüm bu filmlerin atası ve öncül örneği olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir. (Alpaslan Paşaoğlu)

Zenne (yön: Caner Alper, Mehmet Binay, 2011)

Cinsel kimliğinden dolayı öldürülen Ahmet Yıldız’a adanan Zenne (2011), üç ayrı insanı İstanbul’un kozmopolit sokaklarında buluşturur. Zennelik yapan Can, Alman fotoğrafçı Daniel ve muhafazakâr bir ailenin çocuğu olan Ahmet, bu karşılaşma sonrası birbirlerinin hayatını değiştirmeye başlayacaklardır.

Filmin bu listeye dahil olmasına sebep olan Can’ın zenne kostümüyle yaptığı renkli, büyülü dans sahneleri adına bir hatırlatma yapıp, filmin “Erkeklik nedir?” sorusuna bir yanıt aramak için de izlenmesi gerektiğini atlamayalım. Asker olmak, asker kaçağı olmak ve bu ikilemin arasında bocalayan, film boyunca muhafazakâr annenin tırnak içinde vurguladığı “erkeklik”, cinsel kimliğinden dolayı yargılanan insanların hayatını nasıl değiştirir? Ya da daha güçlü bir soru: Yaşanabilecek bir hayat kalır mı ortada? (Dilan Salkaya)

Scent of a Woman (yön: Martin Brest, 1992)

Tango, vals ile twistin ortasında bir türdür denilebilir. Her ne kadar belli şablon hareketlere sahip olsa da sonuçta bedenlerin, ezgilerle uçuştuğu bir ifade biçimidir. Sinema tarihinde usta işi başka tangolar olsa da en popüleri, aslında tatlı bir İtalyan yapımının yeniden çevrimi olan Scent of a Woman’dakidir (1992).

Erkeğin kontrolünde dans edilen tangoda, kadın sadece ona ayak uydurur. Peki erkek âmâysa? Al Pacino’nun kör ve üstüne üstlük son derece aksi bir emekli askeri kusursuz bir performansla canlandırdığı filmin tavan yaptığı sahne, aniden ayağa kalkıp yeni tanıştığı kadınla tango yaptığı sahnedir. Tangonun karakteristik özellikleri ile görme engelinin getirdiği bilinmezlik duygusunun harmanladığı sahne, Pacino’ya tek Oscar’ını armağan etmiştir. (Artun Bötke)

American Beauty (yön: Sam Mendes, 1999)

Bir ev, bir araba, sevimli bir aile… Hepimizin bir zamanlar hayallerini süslemiş modern bir mit: Amerikan rüyası… Fakat hayat ne yazık ki o kadar basit değil. Sam Mendes’in beş Oscar kazanan başyapıtı American Beauty (1999), orta yaş krizine girmenin eşiğine gelmiş aile babası Lester’in hikâyesi üzerinden belki de sinema tarihindeki en başarılı toplumsal irdelemelerden birini sunuyor seyircisine. Söz konusu dans sahnesi ise Lester’in hayatını değiştiren anı gözler önüne seriyor; kızının arkadaşı Angela’ya âşık olduğu okul dansını. Bu dans, sinemanın unutulmaz dans sahneleri arasında yer almayı hak ediyor. (Mustafa Koca)

Happy Together (yön: Wong Kar-wai, 1997)

Bu filmde büyük Tony Leung var. Onun partneri, aynı zamanda filmde kullanılan, bir başlandı mı loop’a alınmadan bırakılamayan buğulu, melankolik Boulevard of Broken Dreams şarkısının yorumcusu Leslie Cheung, bir otel odasının çatı katından atlayarak intihar eder. Kırk yedi yaşında, Happy Together (1997) çekildikten altı sene sonra… Çeşitli dans sahneleri barındıran filmde, Cheung’un elleri kanlar içerisindeyken Leung’a sarıldığı ve tango yaptıkları sahne mükemmeldir. Film tüm mağlubiyetlere, üzüntülere, kırgınlıklara, tangonun kederine rağmen bir yerden ayağa kalkmamızı, yola koyulmamızı, yeniden başlamamızı önerir. Astor Piazzola’dan Tango Apasionado ise filmdeki güzelliklerden bir diğeridir. (Salihcan Sezer)

Black Swan (yön: Darren Aronofsky, 2010)

Genç bir balerinin karakter incelemesi, bir kadının korktuğu, bastırdığı yanlarıyla savaşı, bir id-superego kavgası, kısacası bir hayat alegorisi… Natalie Portman’a en iyi kadın oyuncu Oscar’ını kazandıran ve Darren Aronofski’nin üstün yeteneğini bir kez daha gözler önüne seren Black Swan‘ın (2010) o muhteşem siyah kuğu dansını kim unutabilir ki? (Mustafa Koca)

Risky Business (yön: Paul Brickman, 1983)

Amerikalı yönetmen Paul Brickman’ın en popüler filmi Risky Business (1983), üniversiteye girmeye hazırlanan Joel’un (Tom Cruise) kabuğundan sıyrılma hikâyesini anlatır. Ailesi ile birlikte yaşayan, her seferinde “benim evim, benim kurallarım” sözünü duyan Joel, başarılı bir öğrenci, sorumluluklarını bilen biri ve geleceğin girişimci adayıdır. Fakat kendini bazen sıkışık bir kalıpta yaşar gibi bulur.

Risky Business’ın kırılma noktası, Joel’un ebeveynlerinin tatile gittiği sahne ile başlar. Joel eve döndüğünde yalnızlığını bir bardak viski ve Bob Seger’in meşhur şarkısı Old Time and Rock’n Roll eşliğinde ettiği dans ile kutlar. Her ne kadar baskı altında da olsa ebeveynlerine karşı saygısını hiçbir koşulda yitirmemiş, arkadaş çevresine göre daha başarılı ve hedefleri olan bir gencin en büyük arzusu erişilebilir bir özgürlüktür, kısa süreli de olsa. İlk yalnız gecesinde babasının plak çalarının ekolayzer ayarlarıyla oynar, (daha önce babası bunu yapmaması gerektiğini söylemiştir) ve sesini son sese getirerek bir rock yıldızı edasıyla kadraja girer. Annesinin değerli şamdanlarından birini mikrofon yapıp dansını taçlandırır. Evde tek olmadığında nasıl giyinemezse öyle giyinir ve nasıl dans edemezse öyle dans eder. Bu, hayallerine giden yoldaki ilk özgürlük fiilidir. Bu dans sahnesinden sonra hayat Joel’a hiç olmadığı kadar katı davranır ve tek başına bunun altından kalkmasını öğretir. (Nurbanu Gürsoy)

Bir cevap yazın