- Sinemada Nükleer Manyetik Rezonans: R.M.N., Romanya ve Sağ Popülizm - 22 Ocak 2023
- Deve, Cüce, Dev: Üç Belgeselde Finansal Krizler ve Sosyoekonomi Görüngüsü - 16 Ocak 2022
- Hırsız ve Ressam (2020): Hırsızı Anlamalı Mıyız? - 3 Ocak 2022
- Artırılmış Kültürel Gerçeklik: Çizgi Filmlerin ve Animasyonların Kültürel İşlevi - 17 Nisan 2021
- Renkli Sinema Döneminin Renksiz Şaheserleri - 11 Aralık 2020
- Ferit Karol ile Kumbara (2020) Filmi ve Bir Söyleşinin Ötesi: “Siz Geniş Zamanlar Umuyordunuz” - 28 Ekim 2020
- Timurtaş Onan ile Şehirlerde Kaybolmak - 10 Ağustos 2020
- Karl Talip Kara ile Söyleşi: “Kralların Tercihidir Yağlı Boya” - 28 Nisan 2020
- Ver Parayı: Memur Olma Amir Ol - 14 Mart 2020
- Belki Köye Bir Şehir Gelir: Kız Kardeşler (2019) - 22 Eylül 2019
“Parmağıyla döndürür saati Eflâkî Dede
Döndürür hem yandırır mîkâtı Eflâkî Dede”
Keçecizâde Fuad Paşa [1]
Eski ve inatçı saatlerin tamircisi olarak Ege yöresinde nam salmış dedem Saatçi Latif’in gölgesinde büyüdüğüm dönemlerde, zamanın izafiliğine ilk kez tanık olmuştum. Tüm saat tıkırtılarının arasında akreple yelkovanın bu kadar içli dışlı olduğu bir ortamın aksine sükût mekânın başmisafiri olurdu. Zamanın içinde zamanla oynamanın bir zanaatı, sanatı ve usulü olması önemliydi.
Ülkemizde salt bir meslek olarak düşünülen saatçilik de aslında bu minvalde görünenin çok ötesinde sabrı, el inceliğini, bilgeliği şiar edinen insana ait bir uğraşı. Günümüzde “tamire gönderilen” meta, eskiden itibarlı ustalara bizzat o metaların sahipleri olan sadrazamlar, bilim adamları, devlet adamları tarafından “götürülürmüş”. Çünkü saat tamir olur, zaman olmaz. Zamanı da saatle uğraşan insan iyi bilir. Ünlü divan şairi Bosnalı Sâbit bu hâli güzel betimlemiştir:
“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir,
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ’at.”
(En uzun gecenin hangisi olduğunu takvim yapanlar ve yıldız ilmi ile uğraşanlar ne bilsin! / Aşk yüzünden gam müptelası olmuşa sorun ki geceler kaç saattir!)
Bu nedenle gerçek bir zaman ustası ya iyi bir âşık ya da kendisi ile baş başa kalmaktan korkmayan insandır. Güzel bir örnek olarak Pascal ve Spinoza gibi filozofların yoğun uğraş verdikleri zaman hesaplama bilimi, bizde de muvakkitlik ve müneccimlikten sonra ilk kez mekanik saatçilik vasıtasıyla bir sanat bakış açısı olarak Mevlevihânelerde uygulanmaya başlanmıştır. Bir saate ait bütün mekanizmanın malzemelerini tek tek yapan dervişler Batılı mistiklerin de büyük ilgisine mazhar olmuşlardır. İşte Ahmed Eflâkî Dede, bu dervişlerin en bilineni ve sanatında en mâhir olanıdır.
Saatin Tarihçesi
İşin tarihçesine biraz daha inecek olursak, mekanik saatçiliğe öncül olabilecek ilk zaman hesaplama bilimi yöntemleri “güneş saati”, “kum saati”, “mum saati”, “su saati” ve türevleri idi. Abbasi Halifesi Harun Reşid’in 807’de Charlmagene’a hediye olarak gönderdiği su saati, İslam dünyasında çokça üretilen bir zaman mekanizmasıdır. Yazılı olarak ise İslam coğrafyasında mum saati, su saati ve robotların nasıl çalıştığını ilk kez El Cezerî’nin, 12. yüzyıl sonlarına doğru, Artukoğullarından Diyarbekir hükümdarı Nureddin Mehmed Karaarslan’a (1185-1200) sunduğu “El Camî Beyne’ıtım ve’-Amelü’n-Nafî fi San’atı’l-Hiyal” (Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi üzerine Kitap) adlı eserinde görülür. Osmanlıların ilk mekanik saat yapımcısı ise aynı zamanda İstanbul Rasathanesi’nin (1575) de kurucusu olan Takiyüddin bin Maruf’dur [2].
18. yüzyılın sonunda Fransa’da iskelet saat olarak yapılmaya başlanan saatler ise Osmanlı’da 19. yüzyılda Mevlevî saat ustalarının elinden çıkmaya başlayınca ilk kez görünür olmuştur. Ahşap ya da madensel bir tabla üzerinde dört ayağı bulunan ayarlanabilir iskelet saatlere tozdan korumak maksatlı cam kaplamalar geçirilir. İngiliz mekanik saatçilerinin de kullandıkları usullerde yapılan bu saatler, dişli tertibatını, zemberek ve salyangozlarını, zincirlerini, sarkaç ya da eşapman bloklarını açık bir şekilde teşhir eder. Mevlevîler, saatlerin bu düzenli hareketlerini, kendi semâ dönüşleriyle bütünleştirmişler ve saati adeta simge edinmişlerdir [3].
Mevlevî dervişlerinin elinden olma iskelet saatlerinin ön yüzleri genelde Mevlevî sikkesi biçiminde yapılmış ve üzerine yapan ustanın adı kazınmıştır. Başta Ahmed Eflâkî Dede olmak üzere Es-seyyid el-hac Dürrî, Ahmed Gülşenî ve oğlu Es-seyyid Hüseyin Hâkî gibi usta isimler buradan tespit edilir [4].
Galata Mevlevihânesi’nden Eflakî Dede’ye gelecek olduğumuzda ise kendisi, dönemin en ünlü saat üreticisi Paul Garnier’in Fransa’daki fabrikasında bizzat Lorve ile birlikte Garnier’den ders almıştır. Onun yanında çalışarak zanaatı, sanatı öğrenmiştir. Ünlü Mevlevi şeyhlerinden Abdülbâkî Baykara notlarına kendisi için; “acâyib-i melekût hakkındaki mâlûmât ile nefsini müstenîr etmek arzûsuyla tahsîl-i ilm-i nücûm ettiği gibi bu münâsebetle de saatçiliğe merak ederek İstanbul’da bu san’atı mümkün mertebe tahsîl eylemiş hattâ Sultân Mahmûd muvakkıtı da olmuş iken Sultân Mecîd’in irâdesi ve san’at aşkıyla tâ Paris’e kadar gitmiştir…”[5] cümlelerini yazmıştır.
Dede’nin Dolmabahçe Sarayı’nda muhafaza edilen meşhur Altın kaplama saatinin üst bölümünde kubbeli, türbeyi andıran yapının üstünde bir Osmanlı bayrağı ve dört tarafında küçük kadranlar bulunur. Ana kadran üzerinde “Ahmed Eflâkî Dede / İstanbul” yazılıdır. Büyük kadranın arka tarafında ise “Muvakkit-i cennetmekân Sultan Mahmûd Hân / Ahmed Eflâkî Dede el-mevlevî / 15 Ramazân sene 1278 / Aded 9, Âsitâne” yazmaktadır [6]. Dede’nin eserlerinde kilise çağrışımı yapmaması adına saat başlarında ve buçuklarda çan çalmaz, ancak istenirse saat başlarında 3-4 dakika kadar değişik makamlarda güzel bir melodi çalardı.
Günümüzde Eflakî Dede’nin ve Osmanlı saraylarındaki diğer saatleri kurabilen, tamir edebilen tek usta Recep Gürgen ve onun talebesi Şule Gürbüz’dür. İkisinin de yolu sarayın son saatçisi ve Meyer Saatçilik’in kurucusu Alman Johann Meyer’den geçmiştir. Recep Gürgen zanaatı ve sanatı bizzat Johann Meyer’den öğrenmiş, Şule Gürbüz ise yine önce Meyer ailesinin Karaköy’deki dükkânlarında çıraklık yapmış sonra da Recep Gürgen’in öğrencisi olmuştur. Şule Gürbüz, İstanbul Üniversitesi’ndeki sanat tarihi eğitiminin ardından Cambridge Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almıştır ve hâli hazırda büyük usta Recep Gürgen ile birlikte Dolmabahçe’deki -aralarında Eflakî Dede ve eserlerinin de olduğu- saat müzesini kurmuştur, oradaki atölyede çalışmalarını devam ettirmektedirler.
Kaynakça
[1] Babalık Mecmuası, Yıl On Dört, Sayı 1663 /9 Kanun-ı Evvel 1340/9 Aralık 1924), Konya, s. 2.
-Eflakî Dede aynı zamanda bir muvakkit olduğundan Sadrazam Fuad Paşa’nın konağına gider ve ev saatlerinin ayarını yaparmış. Ustayı seyreden Sadrazam Fuad Paşa da ünlü olan şaka maksatlı bu deyişini tekrar eder dururmuş.-
[2] Doğan, Gündüz (2015). “Alaturkadan Alafrangaya Zaman / Osmanlı’da Mekanik Saatler”. Ege Yayınları, İstanbul.
[3] Gürbüz, Şule ve Acar, Şinasi (2007). “Saatçi Dede Ahmed Eflâkî”. Yapı Dergisi, 313, ss. 96-101.
[4] “Millî Mecmua’da yayımlanmış “San’atkâr Mevlevîler” adlı makale, (İstanbul, 1340, s. 25).
[5] Erdoğan, Mustafa (2002). “Abdülbâkî Baykara Dede‟nin Bir Makalesi: San’atkâr Mevlevîler –Saatçi Ahmed Eflâkî Dede”. Türk Kültürü, 470, ss. 331-334.
[6] Koçu, Reşad Ekrem (1958). İstanbul Ansiklopedisi. Birinci cild, ss. 361-362.