Beş Maddede Korku Krallığı Metropolis (1927)

Dilan Salkaya Hakkında

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümü'nde lisansını tamamladı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde yeni medya ve çocuk alanında yüksek lisansına devam etti. Fil'm Hafızası, Sinema Terspektif, Berfin Bahar, Hayal Perdesi gibi farklı basılı ve online mecralarda sinema üzerine yazıları yayınlandı. Sinema doktorasına devam ederken, Mayıs 2019'dan bu yana Arter'in Öğrenme Programı'nı oluşturan ekiple birlikte çalışıyor.
  • Aydınlıkla Karanlık Arasında

Sömürünün, makineleşmenin, sınıflar arasındaki çelişkinin vurgulandığı Metropolis (1927), döneminin en büyük bütçeli Alman filmi olmanın yanı sıra, Fritz Lang’ın dışavurumcu anlayışını mimari yapılar ve ışık kullanımıyla aktardığı ustalık eseridir. Aydınlıkla karanlık, ezenle ezilen, iyilikle kötülük arasında süren çatışmaların vurgulandığı filmde Lang, modern, küreselleşmenin aldatmacasını yıllar öncesinden gören bir korku krallığı yaratır. İnsanları yerin altındakiler ve üstündekiler olarak ikiye ayıran bu krallık, mitolojilerdeki mistik dünyalardan daha korkunç, ışığın giremediği dehlizlerden ise daha karanlıktır.

Kullandığı yeni tekniklerle ve kamera hareketleriyle, kendisinden sonra gelecek olan bilim kurgu yapımlarına da bir temel oluşturan filmde Metropolis, ileri bir sanayi toplumunun başkenti, kapitalistler tarafından yönetilen bir şehir olarak resmedilir. Siyasal düzeni diktatörlük olan bu krallıkta, zenginlerin çocukları aydınlık, eğlencesi eksik olmayan bir dünyada yaşarken yerin altındaki işçiler, yeryüzündekilerin mutluluğu için köle hayatı sürerler. Yukarıdaki düzenin devamlılığı için alt tarafta durmaksızın çalışan işçiler, birer makineye ve çarka öykünerek robot gibi yaşarlar.

Filmde ara ara gösterilen Babil’in Asma Bahçeleri, diktatörün zenginlere o bahçeler kadar görkemli bir hayat yaşattığını simgeler. Babil hikâyesinde, Babil Kulesi’ni tasarlarken işçilerden yardım alınması söz konusudur. Filmde de yer üstü güzelliklerinin, kulelerin ve binaların inşası için işçilerin sömürüldüğünü görürüz.

  • Modern Dünyanın Ayrıksı Çocukları

Diktatörün oğlu Freder kızlarla eğlenirken, işçilerden birinin kızı olan Maria yanına işçi çocuklarını alarak Freder’in olduğu yere gider. Maria, bu “modern” dünyaya ait olmayan çocukları gezdirirken, çocuklar “yeryüzü cenneti”ni hayranlıkla tanımaya çalışırlar. Ancak ortamdan kovulurlar. Freder, güzel Maria’nın peşine düşünce yeraltındaki korkunç koşullara ilk defa tanık olur.

Maria’nın işçi çocuklarıyla beraber zenginlerin mekânına gidişi, Temel Gürsu’nun Hayat Sevince Güzel (1971) filmindeki bir sahneyi anımsatır. Ayşe (Zeynep Değirmencioğlu), kentin fakir çocuklarına yardım toplamak için zenginlerin düzenledikleri bir etkinliğe katılır. Orada da zenginlerden birinin oğlu kendisine âşık olur ve peşine düşer. Metropolis’e benzer şekilde zengin ile fakir çatışmasını çocuklar üzerinden kuran filmde, Ayşe ile Ali’nin aşkı Maria ile Freder’i anımsatır.

  • Keşfedilmemiş Bir Din, Kuşatılmış Bir Dünya

Filmde Maria, yeraltındaki işçiler arasında yeni bir din yaymanın peşindedir. Yine işçilere konuşma yaptığı bir günde, yakında bir kurtarıcının gelip işçileri bu hayattan kurtaracağını ama bunu, akıl ile el arasına kalbi sokarak yapacağını söyler. Filmin sonunda ne anlama geldiği anlaşılacak olan ve aşkı kutsayan bu metafor, sonradan Lang’da pişmanlık uyandıracaktır.

Maria’ya âşık Freder, cennet bahçelerinden vazgeçip yeraltına sığınır ve işçiler gibi çalışmaya başlar. Freder’in babası, Maria’nın din yayma çabasından haberdar olur. Bunun üzerine Maria’nın kaçırılmasını emreder ve Maria, çılgın bir bilimcinin laboratuarına teslim edilir. Das Cabinet des Dr. Caligari’de (1920) de kullanılan bu çılgın bilim adamı figürü, yine insanlar üzerine deney yapmakta, kendisinin kontrol edebileceği bir “robot” yaratmak istemektedir. Dışavurumcu sinemanın vazgeçmediği karakter bir kez daha karşımızdadır.

Bilim adamı Maria’ya benzeyen bir robot yapıp onu yeraltına gönderir. Robot Maria, işçileri isyana sürükleyip bilim adamının iktidarı ele geçirme hayallerini yakınsarken, gerçek Maria laboratuardan kaçmayı başarır. İşçiler isyana, makineleri tahrip etmeye başlamışlardır. Oğlunun, işçilerle birlikte olduğundan habersiz diktatör, yeraltına su baskını düzenler. Gerçek Maria ve Freder işçilerin çocuklarını baskından kurtarırken işçiler de robot Maria’yı yok ederler.

  • Kurtuluşa Doğru

Filmin sonunda birbirlerine kavuşan Maria ve Freder, diktatörün de aşklarına saygı duymalarını sağlar. Ustabaşı ile diktatör el sıkışıp anlaşmaya varınca, cennet ile cehennem de barışmış olur. Sembolik bir okumayla ise Freder ve Maria’nın oluşturduğu “kalp”, kapitalist sınıfın temsil ettiği “akıl” ve işçilerin var ettiği “el”in anlaşması için bir araca dönüşür, beklenen kurtuluş gerçekleşir.

  • Biçimsel Yenilik, Biçemsel Devinim

Dışavurumcu sinema denilince akla gelen ilklerden olan Metropolis, özellikle karınca yuvalarını çağrıştıran yeraltı kentindeki ve çılgın bilim adamının robot Maria’yı tasarladığı çalışma ortamındaki ışık kullanımıyla oldukça yenilikçidir. Ekspresyonizmin önce resimde ortaya çıkan bir akım olduğunu düşünürsek, Lang’ın kafasındaki distopyayı bu kadar başarılı şekilde yansıtmasında, resim öğrenimi görmesinin de payı büyüktür.

Metropolis, gözlerden ve yüzlerden oluşan konsantre kadrajları, çarpık ve ters açıları, tamamen hayale yaslanarak yaratılan kent tasviriyle, sinema tarihinde önemli bir yere sahiptir. Çekildiği dönemde henüz icat edilmemiş olan görüntülü telefonu diktatörün odasına yerleştirerek filminde kullanan Lang, ileri görüşlülüğüyle, bir gün her kentin başına gelebilecek olan korku krallığını ve o krallığın teknolojiyle şahlanan denetim gücünü de önceden haber verir.

Not: Bu yazı ilk olarak Sinema Terspektif dergisinin Aralık 2016 sayısında yayınlanmıştır.

Bir cevap yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.