Müslüm (2018): Sen En Acı Duyguların Hâmisisin

Abdülkadir Polat Hakkında

1992 İstanbul doğumlu yazar, 2015 yılı Marmara Siyasal mezunudur. Edebiyat, sinema, felsefe, teoloji alanlarında düşünsel yazılar yazmaktadır.

Biliyor muydu kendisini dinleyenlerin onu nasıl duyduğunu, sözlerinin kulaklarımızda nasıl durduğunu? Gönül rahatlığıyla söylenir; elbette biliyordu.

Arabesk bir girizgâhı hak eden yazımda anımsamam gereken bir anıyı deşiyor Müslüm (2018). Ben Müslüm’ü ilk paramı kazandığım konfeksiyon atölyesinde duymuştum. Altı milyondu kazandığım. Üçüncü sınıfa başlayacağım senenin içindeydim ve o parayla okul çantamı almıştım. Küçüğüm diye babam iş yerine götürmezken komşunun konfeksiyonunda çalışmaya heves edince kendimi preste basılan gömlek yakalarını alırken bulmuştum. Ayazağa’nın bir bodrum katında kazandığım haftalığımla, gökdelenlerin arasından geçerek gittiğimiz kırtasiyedeki çantayı almıştım. Tam da orada Müslüm’ün esrarlı albüm kapaklarını görmüştüm. Atölyede kulak, kırtasiyede göz kesilmiştim ilk defa kendisine. Garip seneler, garip seslerdi.

müslüm filmi

Kendimin sırasını bu anım ile savdıktan sonra kimler dinliyordu onu diye birtakım mızıkçı sorular dolaşıyor kafamda. Tartışıldı da zaman içinde. Sesinin kalitesinden çok nasıl söylediği ile ne söylediğinden bir kat daha çok neden dinlendiği. Son gelen ilk geleni kovuyor, burası dünya. Şimdiki genç nesil onu Paramparça’larla, Affet’lerle biliyor daha ziyade. Şimdiki nesil dedim de demesine, miladi takvimdeki zaman kaymasını unuttum. Bir yerlerde hâlâ yıl 1995, 97. Arabeske milenyumun değmediği açık, milenyum arabeskin de kokusunu alıp çıkardı onu saklandığı yerden. Başka kelimelere bilenerek dedim. Piyasa, imaj, “meykır” falan.

Müslüm Kulaklara Nerede Değer?

Evet, Müslüm kulaklara nerede değer? Filmde, Kral FM’i hayatında bir kere dinlemiş birinin aklında kalacak o geçiş sesi (teknikte ne denir ona bilmiyorum, hani bariton bir ses “kral efemm” der ya) sponsorluktan farklı anlamlara da geliyor şüphesiz. Kendimden başlayayım. Farz et ki Google Earth kullanıyorsun. İstanbul’u zoomla. Geç geç denizi, boğazı. Sarıyer’i, Beşiktaş’ı. İçlere doğru sokul. En kalabalık ilçelere çek. Takvimi de hafif geri sar. Orada bir yerde, büyük ihtimalle bir konfeksiyon atölyesinde, atölye değilse de fabrikada. Kasetten/CD’den çalan Müslüm şarkılarıyla sabah sekiz akşam sekiz çalışan binler, on binler olmaya devam edecek. Bildiğin varoluş mücadelesinde cepheye mermi taşıyor o şarkılar. Uyuşturucu değil yatıştırıcı etki gösterir müzik mesai saatlerinde. Mesai dediysek hır gür. Harala gürele. Böyle anlamsız kelimeler işte. Konfeksiyonistanbul. Burada göç var, adaptasyon sorunu yaşayan milyonlar, kat karşılığı binaların konfeksiyon (Word bu kelimeyi hazır giyim diye düzeltse de konfeksiyondur o. Bugüne kadar elimize ne hazır geldi ki) bodrum katları.

“Müslüm bugün en candan nerede dinleniyorsa 95’te de orada en gür sesle bağırıyordu kasetleri. “

Almanından alınan makinelerin, Müslüm şarkılarının ve diğer arabesk krallarının/sultanlarının sesiyle birleştiği dev kitleler. Belki diğer zamanlarda dinlediğimde eksik bu şarkılar. Diğer türlerde olmuyor bu etki. Stüdyo kaydı girilirken düşünülmüş sanki. Öyle bir kayıt olacak ki makine seslerinin, bağırışların arasından kendini kurtarıp kulaklarımıza, oradan da kalbimize eriyecek o ses. Filmde Müslüm’ü daha çok paralı gece insanlarına şarkı söyleyen biri gibi göstermek bu açıdan inanılmaz eksik geldi bana. Asıl evlatlarını talihsiz bir bıçaklama mevzusuyla erken finale bağlamak da amatör bir kaçış. Müslüm bugün en candan nerede dinleniyorsa 95’te de orada en gür sesle bağırıyordu kasetleri. Film birtakım ayrıntıların sesini kısmak zorunda kalmış. Bugüne kadar dinlediğimiz adamın hayata veda ettikten sonra piyasaya sürülen hayat hikâyesi elbette daha ilginç gelecek izleyicilere. Mesai diyorduk. Radyoda çıkınca sesiyle etrafını saran soğuğa ateş yakan bir sestir Müslüm; dinleyenlerini duymayı bilen.

müslüm filmi

Müslüm Baba’nın şarkıları, sanatı güzeldir de kendisi eserlerinden geri kalmaz. YouTube cehenneminde denk gelinen birkaç videoda rahatlıkla görülebilir. Başından geçen kazanın etkisi de olabilir. Anlamak için durmak gerekir ya Dücane Cündioğlu’na göre, Müslüm Baba’da durgunluk bir yaşam tarzı. Yani anlamak, anlam vermeye çalışmak, yani kavga etmemek.

İsmail Kılıçarslan da bu karakteri “kendisini çok sevdiğimi söyledikten sonra henüz yazdıklarımdan uzattığım bir -modern- şiire on dakika baktı ve bunu okumak lazım dedi” anekdotuyla belirtiyor. Okumadan bir şiire, üstü yazılı bir kâğıt parçasına on saniyeden fazla bakan bir insan, bu sabrı aynı zamanda merakı ve ilgiyi bünyesinde tutmak için algı haznesini epey yedeklemiş olmalı. Zira ben içinde tsunamiler yaşayan bir beynin fonksiyonlarını sırasını karıştırarak yerine getirmeye çalışan bir adamın durgunluğunu, tıbbi- biyolojik bir rahatsızlık kalıntısı ile açıklayamam. Çıktığı televizyon programlarında kendisine sorulan bütün soruları evrensel değerlerin payına düşen kısmıyla yetinerek cevaplaması temel derdini de fısıldıyor insanlara. Esprili ve sorun çözücü kişiliği senaryonun da genel tavrı.

Ve filmden elimize kalan hakikaten bir avuç gözyaşı.

Bir cevap yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.