Yeni Kahramanlarımız: Fleabag ve Ozark’ın Beyaz Yakalı, İllegal Kadınları

Artık diziler televizyondan değil dijital platformlardan izleniyor. Bu alanın öncülerinden Netflix ile furyaya sonradan dahil olan BBC, birbirinden dikkat çekici içerikler yayınlıyor. Bu yazıda size tavsiye üzerine izlediğim iki diziden, Fleabag ve Ozark’tan bahsedeceğim.

Ozark

“Ozark’ı izlemeye başladığınızda aklınıza ister istemez bir başka efsanevi dizi, Breaking Bad gelecektir. Haklısınız.”

Efsane dizi Arrested Development’la tanınan, bu dizinin yapımcısı, yönetmeni, başrol oyuncusu olan Jason Bateman ters köşe yapıyor. Genellikle komedilerde hünerlerini sergilerken bu kez suç drama ya da alıştığımız jargonla bir “mafya dizisi”nde yer alıyor. Ozark‘ı izlemeye başladığınızda aklınıza ister istemez bir başka efsanevi dizi, Breaking Bad gelecektir. Haklısınız. Benzer konular işleniyor. İkisi de Meksika karteli ile ilişkili; zeki, görece suçsuz, orada olması tesadüf olan veya mafya dünyasına istemsiz giriş yapan, barışçıl insanın hikâyesi. Acımasız katiller, zekice kurulmuş olay örgüsü ve tabii bunların ortasında yaşamaya, bir arada kalmaya çalışan tipik Amerikan ailesi.

Öncelikle bu dizi, bizi Amerika’nın uzun nehir ve göl şeridine sahip Ozark isimli bir kentin atmosferine götürüyor. Öyle ki ağırlıklı mavi renkler, karanlık ve kapalı tonlar fazlasıyla o havayı solumamızı sağlıyor. Kahramanımız Marty’nin ilk bölümde maceraya giden yolda başına iki anahtar olay geliyor. Birisi ortaklarının karteli kazıklaması ve bunun ortaya çıkması, diğeri ise karısının kendisini aldatması. İlk olayın başlangıç halkası gayet açık. İkincisinin ise neyi başlattığı, neye hizmet ettiği konusu muamma. Zira karısının Marty’i aldatmasının, onun karakterinde (ya da evliliğinde) ne gibi tahribatlara yol açtığı, ona ne gibi değişimler yaşattığı konusunda izleyici olarak aydınlatılamıyoruz.

Marty zeki bir adam. Tek başına kara para aklama gibi zor işleri kotarmaya çalışıyor. Her bölüm katillerin dünyasında kan dökmeden sonuçlar üretiyor. Kahramanının yiğitliğiyle değil de zekasıyla öne çıktığı benzer dizileri, Breaking Bad, Sherlock, House MD, Prison Break’i çok seviyorum.

“Son dönemin yükselen karakterleri “illegal kadınlar” ki Orange is the New Black ya da Divines’ta da örneklerini bulmak mümkün.”

Her bölümü merak etmenizi sağlayan başka bir zeki karakterimiz daha var. O da Ruth Langmore isimli Ozarklı genç kadın. Şerif kendisini bir haneye tecavüz dehası gibi tanımlıyor. Kötü şöhretli bir aileden geliyor, ağzı bozuk, numaracı, iyi bir yalancı… Kesinlikle çok zeki. Dizi boyunca onun suç dehasına dönüşmesini izliyoruz. Başlıktan da anlayacağımız üzere son dönemin yükselen karakterleri “illegal kadınlar” ki Orange is the New Black ya da Divines’ta da örneklerini bulmak mümkün. Hatta müzikte Billie Eilish, Lana Del Rey, Azealia Banks gibi isimlerle örnekler çoğaltılabilir.

Erkeklere ait olan şiddet dünyasında iki kadın. Size ne kadar gerçekçi geliyor bilmiyorum ama kadınların bu karakterlere hayat vermesi yeni bir durum. İzlemesi o yüzden keyifli. Kadının barışçıl duran simgesel yanını ters yüz etmek senaristlerin hoşuna gidiyor. Tabii izleyicinin de.

Özetle Ozark, atmosferi, sürükleyiciliği, temposu ile bir başlayıp bir daha bırakamayacağınız dizilerden.

Fleabag

“BBC’nin Phoebe Waller Bridge’e verdiği özgürlüğü ve dizi sürelerini Gülse Birsel’e versek eminim çok daha güçlü işler yapardı.”

Fleabag son dönemde BBC’de izlediğim en ilginç işlerden. Yetenekli yazar ve oyuncu Phoebe Waller-Bridge’in Killing Eve ile yükselen grafiği, Fleabag ile zirve yapıyor. Phoebe Waller-Bridge projeyi hem yazıyor hem de Fleabag karakterine hayat veriyor. Ortaya İngilizlere has o kara mizah ortaya çıkıyor. Onu Gülse Birsel’e benzetmekten kendimi alamadım.  İzleyince muhtemelen siz de benzeteceksiniz. BBC’nin Waller Bridge’e verdiği özgürlüğü ve dizi sürelerini Gülse Birsel’e versek eminim çok daha güçlü işler yapardı.

Gelelim Fleabag’e. Karakterimiz Londralı bir kafe işletmecisi. Kafesi sinek avlıyor, ortağı ve en yakın arkadaşı Boo ölmüş, babası şirret bir kadınla evlenmek üzere. Kendisi sex bağımlısı, çocuksu, sorunları görmezden gelen eğlenceli bir karakter. Yine onun önceden beyaz yakalı olarak çalıştığını, sonradan işi bırakıp Boo ile kafe açtığını düşünüyoruz. Bu kısmı yazar izleyiciye bırakıyor. Kafe açmayı düşleyen beyaz yakalı hikâyesi oldukça tanıdık bir fantezi. Hatta itiraf edin, sizin de aklınıza gelmiştir.

Dizi boyunca Boo’yu sık sık flashbacklerle görüyoruz. Yönetmen bu hızlı kurguyu sık sık kullanıyor. Yine çok hızlı bir şekilde, Fleabag izleyiciye karşı konuşup dördüncü duvarı da yıkıyor. Net bir hikâye takip etmeden, daha çok Fleabag’in başına açtığı durumları izliyoruz. Açıkçası Phoebe’nin diziyi kendine oldukça yakın bir yerden yazdığını düşünüyorum.

Dizinin tiyatro oyunundan uyarlanmış olması anlatım tekniğinde, görüntüyü örten diyalog ağırlığında hemen hissediliyor. Mekânı tasarruflu kullanmak da tiyatrodan aşina olduğumuz bir şey. Bu durumun Fleabag’i aşağı çektiğini düşünüyorum. Sinemanın araçlarını daha fazla kullanmasını tercih ederdim.

“Fleabag, son dönemin en heyecan verici işlerinden.”

İlk sezonda Fleabag’in kendi geçmişi ve sorunlarından kaçışıyla ortaya çıkan çatışmalarını izliyoruz. Karakterimizin bilinçaltında sürekli akış halinde olan Boo’yla ilişkisini çözmeye çalışmaksa keyif verici. İkinci sezonda Fleabag’in inanç, cinsellik, kadın meselesine yüzeyden el atması işleri biraz zorluyor, tabiri caizse vitesi düşürüyor. Zira arzularından vazgeçmiş bir papazın bir kadınla ilişkisini salt aşk-din çatışmasından çıkarmak daha güzel olurdu.

Her sezonun sonunda kurtarıcı olarak ortaya çıkan, konumlandırmakta zorlandığım bankacı karakteri, yine o tanıdık, hikâyeye uygun ancak işlevsiz, neden bir arada kalmaya çalıştıklarını anlayamadığımız aile ise dizinin diğer zayıf noktası. Tüm küçük olumsuz detaylarına rağmen Fleabag, son dönemin en heyecan verici işlerinden.

Bir cevap yazın