Red Light Kışı: Şanslıysan Yaparsın

Noact Sahne’nin sevilen oyunlarından biri hâline gelen Red Light Kışı, eğlenceli dili, akıcı diyalogları, usta oyunculukları ve hikâye örgüsüyle merak duygumuzu sürekli diri tutuyor. 2005 yılında Off Broadway olarak New York’ta sahnelenen ve ses getiren Red Light Kışı, 2006 Pulitzer Drama dalında aday olmuş ancak o sene jüri ödülü kimseye vermemişti.

İki perdelik bir kara komedi olan Red light Kışı, iki yataklı bir otel odasıyla karşılıyor bizi. Odada duran Matt (Gün Koper) başarısız bir intihar girişiminde bulunuyor. Sonra odaya gelen arkadaşı Amsterdam’da geçirdiği harika zamanlardan bahsediyor. Bir kara komedi örneği olsa da alışkın olduğumuz kara komedilerin dışına taşıp, belden aşağı şakalarının da etkisiyle Amerikan sitcomlarına yaklaşıyor. Karakterlerimizden biri editör, diğeri ise oyun yazarı. Dolayısıyla bu insanların ağzı gerçekten bu kadar bozuk mudur sorusu akıllara geliyor. Ya da karakterlerin Red Light sertliğinde olmasının istendiği söylenebilir.

İlk perdede Amsterdam’da bir olay meydana geliyor, ikinci perdede, bir kış sonra New York’ta olayın etkilerini izliyoruz. Aslında oyunun ikinci perdesine baktığımızda klasik örgü karşımızda; “bir gün bir yabancı gelir, geçmişin gölgesi bugüne düşer”. Ama bu metin başka bir şey yapıyor. Normalde geçmişin hikâyesi birinci perdede açılırken, bizler geçmişteki olayın ta kendisini izliyoruz. Tabii dramatik eserlere yıllarca maruz kalmış okuyuculardansanız, “o zaman ilk perdeye ne gerek vardı?” sorusunu sorabilirsiniz. Yazar Adam Rapp’in tam da burada deneme yaptığını düşünüyorum. Seyircinin çözmesi beklenen hikâyeyi açıklığıyla ve detaylarıyla ilk perdede gösteriyor. Bu noktada ilk perde usta bir kalemden çıktığı için seyirci olarak metne kapılıveriyorsunuz.

Karakterlerimiz Matt ve Davis (Ali Yoğurtçuoğlu) kendilerini bir aşk üçgeninin içinde bulacak olan iki yeni arkadaş, Christine (Ayşecan Tatari) ise bu üçgenin merkezindeki fahişe. Bu aşk üçgeni tarafların birbirlerini saplantıya dönüştürdüğü platonik bir aşk üçgenine evriliyor. Matt ve Davis’in arkadaşlığını diri tutan faktörün ne olduğu konusu ise biraz havada kalıyor. Davis dışa dönük, ahlaki değerlere önem vermeyen, hak etmediği bir başarının sahibi. Buna karşın Matt içe dönük, ahlaklı, hak etmediği bir başarısızlığa sahip. Üstelik Davis, Matt’in kız arkadaşıyla onu aldatıp beraber olmuş. İkisi arasında öfke dolu bir çatışma hâli de mevcut. Davis’in, Matt’in kız arkadaşını çalmış olması nedense ikili arasında hâlledilmiş bir sorun gibi duruyor, sadece kara komedinin bir başka mekanizması olarak işletiliyor.

Oyunda yazar bizi ters köşeye düşürüyor. Davis’in değişmesini beklesek de, Hollywood’un “kötü adammış gibi görünen cool iyi karakter”ini düşünsek de buradaki cool karakter gerçekten kötü. Ayşecan Tatari’nin şahane oyunculuğuyla hayat bulan Christine’in inandığıysa belki bir Hollywood rüyasından ibaret. Bir Hollywood rüyasına gönderme yapabilmesi ise Davis’in başarısı.

Red Light Kışı toplumda “ahlaksızların hastalığı” şeklinde yaftalanan AIDS’i bir silah gibi kullanması nedeniyle yazarın bu yaftayı güçlendirdiği, hastalığı bir başka ahlaksızlığın aracı olarak kullandığı yönünde eleştirilebilir. Zira Christine AIDS’i Davis’e karşı bir silah gibi kullanıp bulaştırıyor. Yazar, bulduğu zeki dramatik çözümün kurbanı oluyor.

Yeteneksiz bir editörken rastgele bir başarıyı yakalayan Davis, parıltısı ortaya çıkmamış bir yazar olan Matt ve Hollywood’un “inanırsan yaparsın” önermesinin yerini “şanslıysan yaparsın”ın aldığı bir oyun. Özetle Red Light Kışı dili, yapısı, konusu itibariyle alternatif bir oyun izlemek isteyenlerin tercihi olabilir.

Bir cevap yazın