- Vuslat Çamkerten ile Söyleşi: “Anlatmak İstediğim Hikayeler Dilimi Belirler” - 4 Haziran 2022
- Beş Maddede Şehrin “Öteki” Yakası: Toz Bezi (2015) - 5 Mayıs 2021
- The Maltese Falcon (1941): Kötünün Aydınlık Tarafı - 4 Nisan 2021
- Nesimi Yetik ile Söyleşi: “Hep Kazanırsın Ey Çözümsüzlük” - 20 Ekim 2020
- Eylem Kaftan ile Kovan (2019) Filmi Üzerine Söyleşi: “İnsan Her Şeyden Önce Kendisine Yabancı” - 28 Eylül 2020
- Ceviz Ağacı (2020): Babanın Aynasında Kendini Görmek - 23 Ağustos 2020
- Kafanın Kafa Olmaya Devam Ettiği Sanat Pratiği: Masklar ve Çocuk Sanatı - 3 Temmuz 2020
- Ressam Beşir Bayar ile Söyleşi: “Her Dönem Kendi Sanat Dilini Oluşturur” - 12 Nisan 2020
- Kısa Film Önerisi: Karganın Aşınan Gagası (2019) - 25 Mart 2020
- Captain Fantastic (2016): Nike, Bir Zafer Tanrıçası Mıdır? - 9 Ocak 2020
İlkel yaşama meraklı, uygarlaşma sürecini tamamlayamamış olanı egzotik nesneye dönüştürme niyetindeki ressam Paul Gauguin’in, Batı’ya Doğu’yu gösterme niyetiyle yaptığı resimlerinde oryantalist bir tavır içerisinde olduğu belirtilir. Akademinin karşısında duran, 19. yüzyılın sonlarında Doğu insanını sürekli yıkanırken, tembellik ve şehvet içerisinde resmeden Paul Gauguin’in resmini tanımlarken, Oryantalizmin ve Egzotizmin birleşimiyle ortaya çıkan Primitivizmi (ilkelcilik), benzer hislerle Afrokübizm döneminde fırçasını ilkel olandan yana kullanan Pablo Picasso’yu ve Batı’nın Doğu’ya en acımasız bakışı olan Kongo Köyü’nü de unutmamak gerekir.
Batılı Beyaz Adam 19. Yüzyılın Sonunda Tahiti’de
1848’de Paris’te dünyaya gelen Paul Gauguin, zengin bir ailenin çocuğuyken ve bir aileye sahipken esas mutluluğu bu düzenli hayatta bulamayıp 35 yaşında dünyanın diğer ucunu merak eder. Bretenya ve Martinik Adası yolculukları, sonrasında resimleriyle alay edilen ve sanat çevrelerince bir türlü kabul görmeyen Paul Gauguin’in geç başlayan kariyerinin erken hareketleri olur. 1891’de rotasını Tahiti’ye çevirmesiyle beraber, gelenekten, Empresyonizmin etkilerinden, alışkanlıklarından koparak yeni bir arayışa odaklanır, doğaya döner.
Modernlikten uzakta Batılı bir beyaz adam olarak günlerini geçirirken, Ölülerin Ruhu Bizi Gözler (1892) adlı resminde, kendisine metres olarak tuttuğu genç kızı tuvale aktarır. Eleştirmenlerce Gauguin’in bu tavrı ikiyüzlü olarak nitelendirilir. Paul Gauguin, Doğu’ya karşı beslediği açık hayranlıkla ve içten içe beslediği ideolojik emellerle ona ait olanı birer figür gibi ele alır. Aslında sömürgeci bir tavır içerisinde Doğu’yu tek tipleştirerek tuvale aktaran Gauguin, uzun süre resimlerini satıp para kazanamaz ve yaptıkları, ilkel oldukları düşünülerek alaya alınır. 1898 tarihli “Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?” isimli resmi ise ilk defa alıcı bulur.
Batılı Olmayanın Dürtüsel Çekiciliği: Primitivizm Akımı
Endüstriyelleşmenin karşısındaki sanatçıların tepki olarak ortaya çıkardıkları Primitivizm, ilkel teknikleri, konu ve nesneleri odak noktasına yerleştirir. Sanatçılar, batılı olmayanda gördükleri içgüdüsel ve katışıksız hisleri sanatları yoluyla içselleştirmeye çalışırlar. Bunun için de ilkel olanla bağ kurma, primitif olanı anlama yoluna girer, onunla en temel düzeyde ilişki kurmayı hedeflerler. Aslında yaratma gücünün, Doğu’ya içten geldiğini düşünen ve Afrika masklarının da bir dürtü sonucu oluşturulduğunu öngören sanatçılardan Pablo Picasso, 1906-1908 yıllarına tekabül eden Afrokübizm döneminde de benzer konulara ilgi duyar.
“Kendi geleneğimle hesaplaşıyorum ve onu yerle bir ediyorum.” der Picasso. Avignonlu Kızlar’da (yukarıda ortada) (1907) Venüs’ün Doğuşu’nun duruşu modern etkileriyle yine oradadır ancak öte yandan Afrika masklarındaki ilkel sadeliği de sanatına uygulamayı dener. Biçimsel olarak nesneleri ve boyutları deforme ederken, renk anlayışında bir bütünlük ve duygu yakalamayı hedefler.
Ota Benga’dan Kongo Köyü’ne
Paul Gauguin’in Tahiti dönemi resimleri oryantalist algılanırken, Picasso dahi Doğu’nun saf ve yaban çizgilerinden etkilenip kendi masklarını hayata geçirirken, 1900’lerin başında ABD ve Avrupa’da ırkçılık, can yakan bir boyuta ulaşır. Kongo’da yaşayan 19 yaşındaki Ota Benga, insan kaçakçıları tarafından kaçırılıp satılır. Irkçılığın yükselişte olduğu bir dönemde, sergi nesnesine dönüştürülmek üzere ABD’nin yolunu tutar. Evrim kuramı üzerine fikirlerin havada uçuştuğu bu yıllarda, evrimini tamamlayamamış bir alt ırk olarak görülen ve pigme olarak tarif edilen Ota Benga, ABD’de bir bahçede para karşılığında sergilenir.
Tarihler 1906’yı gösterdiğinde ise maymunlarla birlikte bir hayvanat bahçesine atılan Ota Benga, sonradan doğan tepkiler neticesinde özgür bırakılsa ve bir Amerikalı gibi medenileştirilmeye çalışılsa da bozulan psikolojisi onu intihara sürükleyecektir. 1900’lerin başında ABD’nin yanı sıra Paris, Amsterdam, Londra, Brüksel gibi şehirlerde de benzer olaylar yaşanır. 1889’daki Paris Dünya Fuarı’nda 18 milyon insanın akın ettiği kafesler içinde sergilenen Afrikalılar, 1958’de Brüksel’de kurulan Kongo Köyü’nde yeniden izleyici karşısına çıkarılırlar; bir obje, daha acısı ise bir hayvan gibi. Son tahlilde Paul Gauguin ’in resminden yola çıkarak sormak gerekir: “Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?”
Kaynakça
Antmen, Ahu. Film, 20.Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2008.