Vuslat Çamkerten ile Söyleşi: “Anlatmak İstediğim Hikayeler Dilimi Belirler”

Dilan Salkaya Hakkında

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümü'nde lisansını tamamladı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde yeni medya ve çocuk alanında yüksek lisansına devam etti. Fil'm Hafızası, Sinema Terspektif, Berfin Bahar, Hayal Perdesi gibi farklı basılı ve online mecralarda sinema üzerine yazıları yayınlandı. Sinema doktorasına devam ederken, Mayıs 2019'dan bu yana Arter'in Öğrenme Programı'nı oluşturan ekiple birlikte çalışıyor.

Yazar ve illüstratör Vuslat Çamkerten ile kitapları, okur dünyası, hayaletler‘i ve projeleri üzerine konuştuk.

Ona Çok Benziyorum isimli ilk romanınızın karakteri Mustafa, hayranlık duyduğu, ülkenin en ünlü yazarlarından Remzi Bayburtlu’nun peşine düşer. Hayattaki karakterlerden, şimdiki zamanlardan kendi karakterlerinizi yakaladığınızı, hatta Mustafa’yı da bir Toronto gezisinde bulduğunuzu düşünürsek, Remzi Bayburtlu’nun esin kaynağı kimdir, böyle biri var mıdır?

Mustafa ve Nilay’ın edebiyat tutkusuyla birleşen ihtiraslı hikayesi bir Bodrum akşamında aklıma düşmüştü, gezi bitip İstanbul’a döndüğümde hikayeyi aylarca kafamda yaşatmayı sürdürdüm ve sonunda masaya oturduğumda roman, kafamda neredeyse bitmişti. Mustafa, Bodrum’da bir hayaletti, İstanbul’da ete kemiğe büründü ve Toronto’da da benimle birlikte sokaklarda gezinmeye, varlığını ve hikayesini büyütmeye devam etti.

Remzi Bayburtlu’ya gelince, orada aslında bir “büyük yazar” imgesi var. Büyük bir yazarın karanlığı, bireyselliği, yaratıcı gücü, cesareti, hayatı paylaştığı eşi, dostları… Galiba Bayburtlu’ya bu kadar inanılmasının, Google’larda aratılmasının, çok sorulmasının sebebi burada yatıyor, büyük yazarların kafamızda mutlaka dediğime benzer bir imgesi var. Bayburtlu bu hayale, bu fotoğrafa uymuş olmalı. Böyle biri var mıdır sorunuza gelelim: Bayburtlu benim için olduğu kadar, Ona Çok Benziyorum’u okuyan, onu hayal eden herkes için artık vardır, bir daha yok olamaz.

Öykülerinizdeki olay ve diyalog ağırlığı sayesinde okurken bir süre sonra görmeye de başlıyoruz. Hatta illüstrasyonlarınıza bakarken “acaba bu karakter hangi öyküde yaşardı?” diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bir söyleşinizde, “çizen ellerimi bile göze çevirebildiğimi düşünüyorum” diyorsunuz. Bir karakter doğarken zihninize önce sözcükler mi yoksa görüntüler mi üşüşüyor?

Öykülerime vermeye gayret ettiğim canlılığı, resimlerimde de görmeniz beni mutlu etti, teşekkür ederim. Çok güzel bir soru bu, benim de üstüne düşündüğüm sorulardan biridir hep. Önce mutlaka bir görüntü, belli belirsiz. Yavaşça hareketlenen, bir şeyler yapan, bir olayın, serüvenin içinde biri. Düşünceleri, sözcükleri, cümleleri. İşte buradan sonra anlatacağım karakter ve hikayesi zihnimde sözcüklerle birleşerek, sözcüklerin içine hapsolarak demeliyim belki de, iyiden iyiye canlanmaya başlıyor. Ama yanıma uğrayan, gözümün önüne gelen önce hep bir hayalet oluyor.

Bazen de bir yazar ve çizer, ötedekini görmeye düşkün bir göz olarak toplumun içinde gezinen hayaletleri arıyorum, görüyorum.

Öyküsünü yazdığınız karakterlerin kaldırımda yürürken çarpışabileceğimiz insanlar olduklarını, arzuları, başkaldırışları, karanlık hâlleri sebebiyle toplumun içinde birer hayalete dönmüş olduklarını ifade ediyorsunuz. İllüstrasyonlarınızdaki karakterleri “hayaletler” olarak tanımlıyor, bakana ilham vermelerini temenni ediyorsunuz. Görenler Olmuştur’da “Hayalet Ağrısı” isimli bir öykünüz de var. “Hayalet” kavramını/imajını kullanma şekliniz, bana hayaletin varlıkla, varoluşla belki de yoklukla bağlantılı olduğunu düşündürüyor. “Hayalet”i sizden dinlemeyi çok isterim. Bir de Vuslat Çamkerten’e ilham veren hayaletler kimler/neler?

Felsefe atölyemdeki öğrencilerimden biri, “Bir tek boynuzlu atı, yelelerindeki her bir tüye kadar hayal edebildiğimizde, işte o zaman onu gerçeğe dönüştürmüşüzdür, onu görmüşüzdür,” demişti. Hayaletlerin bizimle, bizim onlarla ilişkimiz budur işte. Onları hayal etmeye başladığımızda onları var edebilme, aramıza alabilme, sokaklarda gezdirebilme, maceraların içine atabilme ihtimalimiz de vardır. Ama bu bir kuvvet öte yandan, bir alıştırma, egzersiz gerektiren bir şey. Sözcüklerle ya da çizerek ama onların dünyasını görerek hayaletler yaratmayı çok seviyorum. Bazen de bir yazar ve çizer, ötedekini görmeye düşkün bir göz olarak toplumun içinde gezinen hayaletleri arıyorum, görüyorum.

Bana ilham veren hayaletlerse, genellikle titreşen, kesinlik ve şüphe arasında gidip gelen düşünceler, imgeler, sahneler, çağrışımlar oluyor. Sürrealistleri, şairleri, psikiyatrları, yazarların dünyasını yansıtan söyleşileri okumayı severim, buralarda bir yerde mutlaka şeffaf perdeler uçuşur, yer değiştiren, esneyen anlamlar bulunur.

“Dil bir hayvan kadar canlı, esnek, olanaklı bir şey. Size kendini cömertçe vermesini, daha da ileriye giderek onun sahibi olmayı istiyorsunuz. Bu bazen zorlamaya, zorlama da aranızda sürtüşmelere, küskünlüklere, metinde cızırtıya sebep olabilir. Ben bu hayvanın öykülerimin içinde serinkanlılıkla, kendi rüzgârıyla gezinmesine gayret ettim.” Dili bu cümlelerle, canlı bir organizma olarak tanımlamanız çok değerli. Kendi yazı dilinizi bulduğunuzu düşünüyor musunuz, yoksa bu hiç bitmeyecek bir süreç mi?

Yazmak, olmakta olan, süren, sonsuz bir şey, bir iş, bir eylem bana göre. Anlatmak istediğim hikayeler dilimi belirler. Ya da şöyle söyleyeyim, hikaye hangi sözcükleri, hangi cümleleri, hangi yapıyı arıyorsa onların peşine düşerim. Buradan da bir yandan kendime ait bir dilim olduğunu bir yandan da onu aramaya devam ettiğimi söyleyebilirim sanırım, kendime sahip olmak ve kendimi hep büyütmek ihtiyacı, arzusu hatta savaşı gibi.

Çocuklar İçin Felsefe atölyesini gerçekleştiriyorsunuz. Çocuklarla çalışma fikri nasıl doğdu? Bir gün çocuk kitabı da yazmak ister misiniz?

Çocukların dünyasına felsefeyle girmeyi hep istiyordum, sevgili arkadaşım Can Gürses bana “Gel, bizim akademide felsefeyi sen yürüt,” deyince hiç düşünmeden kabul ettim ve beklediğimden daha serüvenli, doyurucu bir dünyayla karşı karşıya kaldım. Çocukların özgür dünyasında var olabilmenin, onlarla birlikte kendimin de bir çocuk olduğumu sık sık duyumsayabilmenin hazzı bambaşka. Onlar için yazdığım birkaç hikaye var, umarım bir ara üstüne düşüp ortaya çıkaracağım.

İsmail Sertaç Yılmaz ile Kara Kitap Atölyesi’nin (yaratıcı okurluk ve yazarlık atölyesi) ortak yürütücüsüsünüz. Öncesinde yine İsmail Sertaç Yılmaz ile kurduğunuz Youtube kanalınız Küçük Romancı Atölyesi ve bu kanalın yaratıcı yazarlık dergisi RomancıMag vardı. RomancıMag’de yazar olmak isteyenlerin yanında duruyor, öykü gönderenlere mutlaka yorum yapıp, sizinle çalışan küçük romancının “kendi öyküsünün işçisi olmayı” öğrenmesini hedefliyordunuz. Örneğine az rastlanır bu proje devam ediyor mu?

Yoğunluklarımız, bölündüğümüz alanlar sebebiyle Youtube kanalı ve websitesini sürdüremiyoruz fakat öykü yazarı adaylarıyla çalışmalarımızı Kara Kitap Atölyesi’nde küçük gruplar halinde birebir yürütüyoruz. Hem bizim için hem de katılımcılarımız için çok daha verimli, konsantre buluşmalar oluyor bunlar. Ayrıca, öykü, şiir ya da roman dosyasını bizimle çalışmak, son haline getirmek isteyenlerle de çalışmayı sürdürüyoruz.

Tüm bu projeler, okur-yazar, yazar-editör gibi farklı ilişkilenmeler üzerine de kafa yorduğunuzun göstergesi. Çoğu zaman kendi kendinizin de editörüsünüz. Yazar kimliğinden sıyrılıp Vuslat Çamkerten’in okuru olmak nasıl bir süreç? Zorlukları neler?

Doğru, bir yazarın ilk editörü kendisidir, bu da yazarın yazın dünyasındaki mühim duraklardan biridir. Bir bilinç gerektiriyor, bu anlamda kolay bir şey değil ama iyi bir okursanız ve metinlerinize de bu gözle bakabiliyorsanız kotarılmayacak şey de değil. Kendimin hem sevgili hem de acımasız bir okuru olmaya çalışıyorum. Yazdıklarıma değer veriyor, onlarla heyecanlanıyorum, çünkü hepsi anlatmayı arzuladığım, beni masanın başına mıhlayan hikayeler ama yine de her birini daha iyi olmaları yolunda eleştirmekten geri durmuyorum.

Elinizdeki, başucunuzdaki kitapların sürekli değiştiğini biliyorum. Shirley Jackson, Poe, Cortázar, Pablo Neruda, John Berger, Ferit Edgü, Vüsat O. Bener, İnci Aral sevdiğiniz yazarlardan. Jack London’ın Yıldız Gezgin’ini, Mary Shelley’nin Frankenstein’ını, Unica Zürn’ün Kara Bahar’ını, Joyce Carol Oates’in İlk Aşk’ını, Philiph Roth’un Ölen Hayvan’ı çok sevdiğiniz kitaplar arasında yer alıyor. Kitaplarınızı ödünç vermeyi, hediye etmeyi sever misiniz, okurken satırların altını çizer misiniz?

Kitaplarımı kimseye ödünç vermem, kimseden de ödünç kitap istemem. Okur dünyam fazlasıyla bireysel ve karanlıktır. Okuduğum kitaplar evin her yerine dağılır, evde kitaplarımla karşılaşmayı severim, her yerde başka bir dünyayla buluşmak gibidir bu benim için. Gündüzleri başka, geceleri başka kitaplar okurum. Saydığınız kitapları ve o sıralar bana iyi gelen, lüzumlu diyebileceğim diğer kitapları bazen sırf çağrışımlarla sarılmak için bile elime alır, masamın üstüne çıkarır, odadan odaya dolaştırırım. Kitabın içine notlar alırım, cümlelerin altını çizerim, sayfaların yumuşamasını, kabarıp etlenmesini, kokusunun değişmesini severim.

Bir cevap yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.