
- Parçalanma: Afrikalı Klanın “Beyaz Adam”la İmtihanı - 2 Ağustos 2020
- Tiyatronun Kalıplarına Sığmayan Bir Performans: Fısıltı ve Önemli Bir Gün - 31 Mayıs 2020
- Red Light Kışı: Şanslıysan Yaparsın - 20 Ocak 2020
- Eksileri ve Artılarıyla The End of The F***king World - 2 Ocak 2020
- Sorry We Missed You (2019): Seni Özlemiştik Ken Loach! - 24 Aralık 2019
- Yeni Kahramanlarımız: Fleabag ve Ozark’ın Beyaz Yakalı, İllegal Kadınları - 12 Ekim 2019
- Tarantino’dan “Sanat Filmi”: Once Upon a Time… in Hollywood (2019) - 14 Eylül 2019
- Mikro Kıyamet ya da “HBO’nun Ses Getiren Mini Dizisi”: Chernobyl - 8 Ağustos 2019
- Vice (2018): Dick Cheney Hakkında Olmayan Dick Cheney Biyografisi - 18 Haziran 2019
- Netflix’in Önlenemez Yükselişi - 17 Nisan 2019
Geçtiğimiz aylarda BBC, Netflix benzeri bir platform kuracağını açıklamıştı. Aslında bu hamle için baya geç kaldılar. Çünkü bu yazı yazıldığı tarihte Netflix piyasa değeri 158 milyar dolardı ve üye sayısı 150 milyon olmuştu. (Bu üyeler ayda ortalama 7 dolar ödüyor. Gelir hesaplama en sevdiğimiz şey olduğu için devamını size bırakıyorum.)
Netflix Kimdir?
Netflix 90’larda DVD kiralayan bir Amerikan şirketiydi. Büyük rakipleri vardı. Onlar da dijital alana geçmeye, algoritmalarını geliştirmeye, kullanıcı dostu olmaya başladılar. Büyüdüler…
Derken kuralları değiştirecek bir hamle geldi. 2012’de Kevin Spacey’li David Fincher’lı 150 milyon dolarlık bir dizi yaptılar: House of Cards. Yetmedi sezonun tüm bölümlerini birden yayınladılar. O günlerde insanların bir aylık üyelikten sonra platformu terk edeceğini düşünmüştüm. Tabii öyle olmadı. İnsanlar üye olarak kalmaya devam ettiler. Netflix ise film dizi yatırımlarına devam etti. Sonra dünya çapında bir tanınmayı gerçekleştiren Narcos patlaması gerçekleşti. Narcos’a kadar birçok proje batırsalar da -ki bunlardan biri en pahalı yapımlarından, benim de sevdiğim Marco Polo’dur-, dünya çapında bir tanınma gerçekleşti.
Netflix’in önlenemez yükselişi devam ediyor.
Türkiye’de ise online dizi izleme alışkanlığını oluşturan Dizimag, korsan Netflix’dir. Keza kapatıldığında Twitter’da günlerce hakkında konuşulmuş, gerçekten bu alanda büyük bir pazarın olduğu gerçeği kendini belli eder olmuştu. Ardından Blu Tv, Puhu Tv gibi yerli girişimler gelse de henüz beklenen yatırımları ve atılımları yapmış değiller. Netflix’in Türkiye’ye ağırlığını koyması onlar için iyi olmadı, yine de Şahsiyet dizisinin varlığı, güzel işler yapacakları yönünde bana ümit veriyor.
Uber-Taksici, Netflix-Sinemacı Kavgası
Dönelim Netflix’e. Netflix Türk piyasasına sert bir giriş yaptı. İlk sansasyonel olayı Organize İşler Sazan Sarmalı’nı (2019) daha sinemadayken yayınlamasıydı. Hedef artık televizyon değil, Amerika’daki gibi sinema sektörü şu an. Yakında Uber-taksici gibi Netflix-sinemacı kavgası görebiliriz.
Esasında Netflix büyük bir değişim çarkının dişlilerinden yalnızca biri. Kripto paralar, Uber, Airbnb, Spotify, Amazon, elektrikli araçlar… Klasik tüketim anlayışımızı değiştiriyorlar ve bu çok hızlı gerçekleşiyor. Sanayi Devriminin geliştirilmesi ve yayılması yüz yıldan fazla sürdü. Burada saydığım şirketlerin bazılarının ise on yıllık bir geçmişi bile yok.
“Aslında Netflix’in sınırsızmış gibi görünen içerikleri bir algoritmanın sevdiğimizi düşündüğü içeriklerle bizi meşgul etmesinden başka bir şey değil.”
Filmlere çok daha ucuza, farklı izleme seçenekleriyle sahip olsak da bu işin iki yan etkisi var; ilki Netflix’in dünyada tekel olması. Rakipleri henüz çok geride. Tekel olmak üretim kıtlığı, gelişimin azalması demek. Bir diğeri ise algoritma. Netflix’in algoritması izlediğimiz içeriklere göre bize film öneriyor. Yalan söylemeyelim, biz de onu izliyoruz. Aslında Netflix’in sınırsızmış gibi görünen içerikleri bir algoritmanın sevdiğimizi düşündüğü içeriklerle bizi meşgul etmesinden başka bir şey değil. Bu aslında farklı olandan, yeni olandan bizi uzaklaştırıyor. Önceden iyi ya da kötü televizyonun, festivalin editöryal seçkisine tabi oluyorduk. Bu seçki sayesinde kimleri tanıyıp neleri keşfedebiliyorduk.
Online sinema filmi izleme konusunda bir diğer platform YouTube. Zira şu an için olmasa da reklam gelirlerinin artmasıyla birlikte yapımcılar maliyetleri karşıladığını düşündüğü an YouTube’da filmler ve diziler görmeye başlayacağız. Şunu da belirtmek gerek, YouTube’un ulaşılabilirliği Netflix’in de ötesinde.
Kavgalar, tartışmalar bir şeyi değiştirmeyecek; o da Netflix’in galibiyeti. Çünkü çağ değişiyor. Online film izleme alışkanlığımız gittikçe artıyor. Bu akımın sinema salonlarını bitireceğini sanmam ama bir dönüşüm getirecek. Misal, sinemada izlersek tadını alabiliriz dediğimiz filmler, festival filmleri veya Avengers gibi sirk şovuna benzeyen filmler yapacaklar. Belki de salonlar azalacak, bu kaçınılmaz bir son. Sanal gerçeklik gözlükleri henüz hazır değil ama evrimini tamamladığında zaten evdeyken sinema salonunun içerisinde olacağız.
Özetle sinemanın aktarım mecrası değişiyor. Artık içerik üretiminde online kanallar da var. Bir gün Cem Yılmaz sadece Netflix için bir film yaparsa hiç şaşırmam.