Afili Filintalar’dan: İtirazım Var Allah’ım

itirazın var

Alpaslan Paşaoğlu Hakkında

Uzun zamandır konargöçer bir Egeli olarak İstanbul'da yaşamaktadır. Radikal, Fil'm Hafızası, Cineritüel, Havayolu 101 başta olmak üzere çeşitli mecralarda yazıları yayınlanmıştır. Ayrıca belgesel ve farklı kategorilerde senaryo çalışmaları bulunmaktadır.

“İnsan sadece suçluyken kaçmaz. Bazen suçlandığın için de kaçarsın. Ama bir kere kaçmaya başladıysan, bir şeyleri de muhakkak kaçırırsın elinden. Bazen gençliğini kaçırırsın, bazen geleceğini, bazen de aklını…”

İmam Selman Bulut’un filmin kalbine hançerlediği bu sözlerin efkârında izliyoruz İtirazım Var’ı (2014). Eşini yitirmesine ve kızı ile yalnız kalmasına sebep olduğu trafik kazasından sonra sorgulamaya başlıyor belki de hayatını ve inancını. Ve karakterini koyacak kubbe, ruhunu dinginleyecek bir arayış peşine düşüyor. Felsefe ile niye uğraştığını soran Diyanet yetkililerine “Niye tek tanrıya inanmamız gerektiğini daha iyi anlamak için.” cevabını vermesinin akabinde gelen “Peki cevabını bulabildin mi?” sorusuna ise “Hegel kadar.” cümlesiyle mutlakıyet ideasına ve diyalektik analize hakim olduğunu gösteren bir karakter profili çiziyor. Gençliğinde boks eğitimi almış, askerliğini komando olarak yapmış, belki de eşi öldükten sonra başladığını düşündüğümüz yüksek lisansını ise antropoloji alanında bitirmiş aynı zamanda satranç tutkunu ve bağlama çalarak Alevi deyişleri söylediğini gördüğümüz sûnni bir imam Selman Bulut. Karakterin ruh derinliklerine inmek, senarist Onur Ünlü ile Sırrı Süreyya Önder’in manevi dünyalarına inmekle eşdeğer. İmamlarının ismine Selman koymaları da fikri yapıları ile gayet paralel. (*)

Selman barış içinde yaşayan, erinç ve huzur demek. Yani ‘Selman Bulut’ öznesi, bulutların ardından gelmesi ümit edilen toplumsal huzur ve özgürlük isteğinin Serkan Keskin’de vücut bulmuş hâli gibi. Şener Şen’in Eşkıya (1996), Erkan Can’ın Takva’da (2006) gerçekleştirdiği üstün performanslardan sonra ülke sineması kültlerine girecek yeni bir oyunculuk örneği sergilediğini söyleyebiliriz.

İtirazım Var, Onur Ünlü’nün 10 film olarak planladığı Milli Cinayet Koleksiyonu serisinin üçüncü filmi. Diğerleri Polis (2007) ile Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi (2011) idi. Siyah beyaz çektiği Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013) filminden hemen sonra vizyona soktuğu İtirazım Var, rahmetli Meral Okay’ın vesilesi ile tanışan Sırrı Süreyya ve Onur Ünlü ikilisini yazınsal anlamda Afili Filintalar projesinden sonra bir araya gelmesine olanak tanıyan da bir proje.

Film, “Ben yedi yaşımdan itibaren okuma sürecimin içerisine bütün Risale-i Nur külliyatını da dahil ettim. Çünkü babam böyle bir gelenekten geliyordu. Dayım da insan güzeli, bir Nur şakirdiydi. Ve çocukları çok ciddiye alırlardı. Belki şansım bu oldu. Günlük hayatın kodlarını çözmeye cehdettim.” diyen Sırrı Süreyya’nın Beynelminel (2006) ve O..Çocukları (2008) gibi verimli işler çıkardıktan sonra beyazperdeye döndüğü ilk eser olarak da arşivlerde yerini almakta.

Sherlock Holmes türü ”Katil Kim?” sorusunun peşinden seyircisini sürükleyen film, her ne kadar aksiyonel kurgu bağlamında sorunlar yaşasa da esas amacının değer yargıları ve toplumsal çürümüşlüğü irdelemek olduğunu kabul edebiliriz.

İtirazım Var

Filmde gözlerimizi Selman Bulut’un imamı olduğu camide vakit namazını kıldırdığı sahne ile açıyoruz. Büyük ihtimalle bir öğle namazındayız ve cemaat günümüzde aşinâ olduğumuz şekliyle ancak tek safta bitmekte. Fonda Bektaşi ruhunun derinliklerinden Şah İsmail’in “Bir derdim var bin dermana değişmem.” deyişi. Onur Ünlü bu girizgâh için “İstedim ki film başlasın Ali’yi görelim, orası camii olsun ama Şah İsmail çalsın.” diyor.

Dinde arınma konusunda Alevi-Bektaşi geleneği üzerinden kişisel olarak sebeplenen biri Onur Ünlü ve ‘sûnni müslüman’ kimliğine rağmen Bektaşilik ile kurduğu bu ilişkinin kendisini daha iyi bir insan yaptığına inanıyor.

Camide işlenen bir cinayetin akabinde sıra dışı imamımız Selman Bulut’un bu işi çözmeyi aklına koyması, inanca yönelik doğru bilinen pek çok yanlışı da belirginleştiriyor. Cemaat ile namaz kılarken öldürülen adamın aslında bir tefeci, onu öldüren kişilerin ise öldürdükleri adam tarafından önce kimsesizken sokaklardan kurtarılıp sonrasında da tecavüze uğradıklarını öğreniyoruz. Bu ağır geçmişin intikamını almaya çalışmaları aksiyon yapısının temelini oluşturuyor.

Selman’ın, camideki cesedin yarattığı fiziki kirliliği temizlemek adına içeri girdiğinde kusmasına neden olan kokunun, 1400 yıllık İslami öğreti ile bağdaşmayan batîni geleneklerin yaydığı bir imge olduğunu anlıyor olmamız metaforik bağlamda ince bir nüans. Dini referanslarda da rastlanan tefecilere acılı bir ölüm olduğunun da adeta bir göstergesi. Nitekim ceset bir günde kokmaz.

Onur Ünlü’nün ilk uzun metrajı Polis‘i çekebilmek adına zamanında tefeciden aldığı 150 bin TL’nin geri ödemesini 1 milyon TL olarak yapmasından kaynaklı çektiği maddi sıkıntılar, böyle bir tefeci karakterini yaratmasında da muhakkak etkili olmuştur. Zira filmde borçlarından dolayı intihar edecek olan Serdar Orçin’in canlandırdığı karakterin ‘Şahidimdir ki faiz haramdır!’ sözünü tam da o anda yinelemiş olması dikkat çekici.

Selman Bulut’un katili ararken ‘taş atan çocuklara’ denk gelmesi ve bu çocukların arkasındaki hüzünlü hikâye aslında dönem hükûmetinin de bu konu ile ilgili o günlerde dile getirdiği söylemlerine yönelik bir gönderme. Kezâ Büşra Pekin ile olan karşılıklı bir sahnesinde de Selman’ın “Nebahat sana yalan söyledim. Hükûmette tanıdıklarım yok. Tanıdıklarım olsa kredi almaktan neden utanayım?” cümlesi ayrı bir hicap örneği.

Filmde Diyanet İşleri Kurumuna da eleştiriler mevcut. Dinin ticari bir aklın zeminine oturtulduğu günden bu yana ülkemizde Ortodoks bir sûnni İslam temsiliyeti olduğu söylenebilir. Nitekim ‘Az çok demeyelim’ diyen cami ve Kur’an kursları, para sayma makineli müftülükler inancın ruhuna aykırı. Diyanetin teftişi esnasında papazlar ile görülen müezzine denetimcilerin sorgulayıcı gözlerle bakması, imâ edilen ‘tek düze mezhepçi anlayış perspektifini’ ifşa etmeye çalışıyor.

Selman Bulut karakteri müslümanın zengin olanını seven, iktidar sarhoşlarına karşıt bir dini savunurken son tahlilde diyanet işleri yetkililerini de Yunus Emre’nin “Din-ü millet sorarısan, Âşıklara din ne hacet. Âşık kişi harab olur, Âşık bilmez din diyanet!” sözleri ile uğurluyor. Sonuç olarak kişiye empoze edilerek çizgileri çekilmiş doğrularla yaratılmış kafeslerin ancak imanı zayıf kişilerde çalışabileceği vurgusu!

Polis karakterinin filmin sonunda Selman’a sorduğu “Sen aslında kimsin?” sorusuna karşılık Selman’ın “Ben sadece günahkâr bir kulum.” cevabı, çoğu kişi gibi mevkisini (imamlığını) değil kulluğunu ön plana çıkaran bir müminden beklenebilecek bir cevap. Günümüzde mevkisi ile arşa değmeye çalışan insanların kendi ahlakçılık pencerelerinden başkalarını tasnif etmeleri, kendilerini takvaca üstün ilan etmeleri ve yine kendilerine günah yani hata yapabilme kapısını kapatmaları ne acı! Nitekim bu noktada Selman Bulut, işlediği günahların farkındalığı ile Muhyiddin İbn-i Arabi’nin “Günahla irtibatı kesilen kemâle eremez.” tasavvurunu ön plana çıkarıyor.

İbni Arabi, Ebu Zerr El Gifari ve Ali Şeriati’den alıntılarla dinlediğimiz Selman’ın Cuma vaazı ise son derece etkileyici. Cemaatin sadece tek bir kişiden oluşması, sahih gerçeklere kulakları açık olanların yeryüzündeki sayıca azlığına işaret ediyor. Kalabalıklar, girift çoğulcu yapılar güçlü olabilirler ama doğrulukları tartışmalıdır. Zira vaazın ”Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var. Geceyi aç geçirip sabahına kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim!”  kısmı hassasiyetlerden çoktan geçildiğine delâlet.

Film boyuncu Selman Bulut’un hayali biri ile satranç oynadığını görmemiz ve final sahnesinde de “Çok şükür yine kaybettim!” cümlesi; doğru bir yolda nihai sonucun her zaman vahdet olgusuna varacağını söylemekte. Aslında bir nevi filmin başındaki Hegel diyalektiğinin finaldeki cevabı. Satranç tahtasını bir sorgulama zemini gibi düşünürsek, oyunun yani yaşamın sonunda mutlakıyetle karşılaşılması kaçınılmaz. Ya da her hamlenin Allah’a ulaşmanın bir tar’iki olduğuna işaret etmek diyebiliriz.

Onur Ünlü yine bir röportajında aslında tüm İslam coğrafyasının içinde bulunduğu çukuru dile getiriyor: “Kadere isyan etmek ya da tam tersi körü körüne bağlanmak işin en kolay kısmı. O tevekkül zannedilir ama değildir; kafadan mağlubiyettir, işte arabesk dediğim (itirazım var şarkısı) kısmı o. Kader dediğimiz şeye Sünnetullah derler, Allah’ın olmasını öngördüğü şeyler. Zulümse Sünnetullah’a dışarıdan müdahaleye denir. Bu dışarıdan müdahale kader gibi algılanırsa o zaman mahvoluruz! Bu zulümdür. Bu zulmü de bütün organlarıyla iktidarlar yapar(…) ve Daniel Defoe der ki;Bir insanın, benden başka herkes yanılıyor demesi zor şüphesiz ama herkes yanılıyorsa o ne yapsın?”

Toplu hâlde inanıyorlar, ne yapabiliriz ki. Bunların inandığı gelenek, kitap değil. Çok basit bir şey var. Laf geldi diye konuşuyoruz. Allah vardır, onun peygamberi vardır. Onların söyledikleri dışında hiçbir Allah’ın kulunun söylediğinin hiçbir nihai hükmü yoktur. 1400 sene içindeki ulemanın, üstelik zaman zaman ontolojik olarak birbiriyle çelişen adamların ortak şeylerini alıp, ondan bir akait oluşturarak bir şey söylersen, sen geleneğe göre hareket ediyorsun demektir. Kur’an’ın kendisi geleneğin karşısındadır. Kur’an, kendisinden önceki geleneğe saldırarak işe girişti. Ama böylesi güvenli onlar açısından. Sağcısının da solcusunun da başlarındaki adamların işlerini kolaylaştırıyor gelenek.  Bu hesap 1400 senelik. Hazreti Peygamber’in vefatıyla başladı. Yönetimin Ebu Süfyan ailesine geçmesiyle gelişen zulüm süreci şu andaki Sünni İslam denilen şeyin kendisi. Dolayısıyla karşı tarafta bulunduğunda, 1400 senenin her anında zaten bununla karşı karşıyasın demek!”

Günümüzde merkezden vaazlar yayılıyor, “abiler” hocalar konuşuyorlar da konuşuyorlar. Kur’an’ın kendisine uzak kitleler O’na ancak yetkili kişiler vasıtası ile ulaşır vaziyette. Toplumsal ruhban sınıfları oluşturuldu. Devletin tepesinde konuşlanmış imamlara, abilere ve din kıstaslarını elinde tutmayı kendine reva görmüş nice kişiye okkalı bir tokat gönderen film, zamanında ahlakçılık penceresinin başına oturanların sansürüne uğramıştı. Aynı kişilerin o dönemde Recep İvedik gibi filmlere icazet verdiğini düşünürsek, konuya nereden başlamalıyız varın siz düşünün!

Biz yazıyı Selman Bulut’un o düşündürücü sözleri ile tamamlayalım.

“Oysa hakikat akılla ya da başka bir şeyle kavranılmaz; hakikatin ancak parçası olunur. Bunun için kurtul  geçmişinden, geleceğinden, aklından. Kainatta ne varsa şu anda oluyor görmüyor musun? Sadece burada, sadece şimdi. Gözlerini kapa, kalbini aç, aklını da bırak gitsin. Akıl dediğin şey, kafanda koca bir ağırlıktan başka ne ki?”

(*):  Yaşadığı kölelik hayatından sonra İslamı kabul ederek ilk sahabelerden ve Hz. Muhammed’in idari işlerinde danıştığı kimselerden olan, ayrıca isminden de mülhem Fars kökenli Selman-ı Farisi’den esinlenilmiş bir karakter olma ihtimali.

Bu yazı, 23 Nisan 2014 tarihinde Radikal Gazetesi’nde yayınlanıp, Afili Filintalar tarafından paylaşılan aslının sadeleştirilmiş ve güncelleştirilmiş hâlidir.

Bir cevap yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.