- Savaşla Büyüyen Çocuklar: Svetlana Aleksiyeviç’in Son Tanıklar Kitabı - 27 Şubat 2019
- 72. Koğuş: Orhan Kemal’ce “İnsanlık” - 3 Eylül 2018
- Karanlığın Ortasındaki Kadın: Mata Hari ve Casus - 23 Nisan 2018
- Füruğ Ferruhzad: Bu Kadar Zor Mu Olmalı Kadın İçin Yaşamak? - 31 Ocak 2018
- Kadının Varoluş Meselesi: Virginia Woolf ve Kendine Ait Bir Oda - 22 Kasım 2017
- Sürreal Edebiyatın Kalbi Boris Vian - 16 Ekim 2017
- Haydi Abbas, Vakit Tamam: Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Kemal Tahir - 6 Ağustos 2017
Mutlak adalet hiçbir dönem var olmadı. Olmayacak da. Bugünkü hukuk kuralları ise içinde pek çok hebaları biriktirerek var oldu. Rosenbergler, Dreyfus, Mata Hari ve daha niceleri yanlış bilgiler, yanlış insanlar ve onların egoları, makamları sebebi ile suçlandı. Aslında edebiyat dediğimiz olgu da yaşanan bu gerçekliklerin hep bir yansıması oldu. Paul Coelho’nun Casus kitabı gibi.
Mata Hari 20. yüzyılın başlarında, hayatını yalnızca olmak istediği kişi olmak için yaşamak istemişti. Aslında istekleri oldukça basitti: mutlu bir evlilik, huzurlu bir aile ve rahat bir yaşam. Ancak öyle bir dönemde, öylesine yanlış bir yerde dünyaya gelmişti ki bu arzuları kendi hayatına mal olacaktı.
Coelho, Casus kitabına Mata Hari’nin ölüm sahnesi ile başlar. Küçük ve sıradan bir kasabada dünyaya gelen Mata Hari her zaman ilgi odağı olmuş ve dikkatleri üstüne çekmiştir. Ancak bu durum henüz okul çağındayken tecavüze uğramasına sebep olmuş, bu sebeple toplumun yarattığı algıdan korkarak yanlış bir evlilik yapmıştır. Esasen bunun tek sebebi toplumun dayatması değil, hayatında belki bir kez karşısına çıkacak olan böylesi bir şans ile lüks yaşamı tatma arzusudur. Ne var ki işler istediği gibi gelişmemiştir.

Evliliği kısa sürede trajediye dönüşmüştür. Kocası, o dönemde yaşayan birçok erkek gibi alkole ve başka kadınlara olan zaafını umarsızca sürdürmüştür. Bu süreçte Hari’yi bir obje gibi görmüş, kısa süre sonra da ayrılmışlardır. Ancak kızına bakacak parası olmadığı için Hari, kızının velayetini alamamış, onu bir daha görememiştir.
“İşlediğim suçlardan sıyrılmayı becerdim ki bu suçların en büyüğü erkek egemenliğindeki bir dünyada özgür ve bağımsız bir kadın olmaktı.”
Hari’nin yanlış evliliği ve eşinin denizci olması, onu aslında olmak istediği şehre sürüklemiştir: Paris’e. Cüretkârlığını ve dans yeteneğini, uydurduğu birtakım hikâyelere zemin yaparak kısa sürede herkese kendini tanıtmıştır. Yüksek makamlardaki kişilerle olan birlikteliği, son derece çekici dansı ve pahalı kıyafetleri ile herkes tarafından bilinen biri olmuş, Avrupa’da turnelere çıkmıştır. Hatta her ünlü kişi gibi zamanla taklitleri bile görünmeye başlamıştır. Ancak Hari için bu yeterli değildi. Daha çok tanınmak ve daha çok konuşulmak istiyordu. Belki de istediği sevilmek ve kabul edilmekti, Margeretha Zelle olarak değil Mata Hari ruhuyla kabul edilmek. Ancak bu isteği, dönemin Yüzbaşısı Ladoux tarafından idamına yol açacaktı.

“Hiç kimseye borcum yok ama sırf kabul edilmek ve saygı görmek için eziyet çekiyorum. Neden ihtiyacım var buna? Vaktimi kaygılarla, pişmanlıklarla harcıyorum, bir karanlığın ortasındayım; bu karanlık beni kendine esir edip bir kayaya zincirliyor ve yırtıcı kuşlara yem oluyorum.”
Tarihin “Utanç” Sayfaları
Savaşın etkileri ve dansının fazla cüretkâr olması bir süre sonra Mata Hari’nin borca batmasına sebep oldu. Bunu fırsat bilen Ladoux yüklü miktarda para karşılığında casusluk yapmasını teklif etti. Ne Ladoux ne de Hari biliyordu işin sonunu. Almanlar ve Fransızlar arasında casus olması istenildiğinde ne yapacağı hakkında en ufak fikri yoktu Hari’nin. Nitekim hiçbir şey yapmamıştı da. Ancak Ladoux’nun pervasızca iddiaları ve olayları uydurma anlatılarla mahkemeye sunması Hari’nin tutuklanmasına yol açtı. Kısa sürede İngilizler, Hollandalılar, Fransızlar ve Almanlar tarafından izlendi Hari. Attığı her adım ise Ladoux’nun işini kolaylaştırdı. Ladoux’nun tek yanlışı Hari değildi. Dreyfus davası da onun ifadeleri sonucu tarihe bir “utanç” olarak kazındı. Kendi kimliğini temize çıkarmak pahasına bir hayatın daha sonlanmasına sebep oldu.
Kısa süre sonra tutuklanan Mata Hari idam ile yargılanıyordu. Ne cumhurbaşkanına yazdığı af mektubu ne de bir dönem sevgilisi olan avukatının çabaları sonuç buldu. 15 Ekim 1917’de idam edilmeden önce her zaman olduğu gibi anılmak istedi. Kürkü ve şapkası ile asil bir şekilde yürüdü idam alanına. Hiçbir tepki vermemiş, adeta sonucu kabullenmişti. Hapiste kaldığı dönemde ise tüm hayatını kaleme alarak avukatına yazdığı mektup sayesinde bu kitap gün yüzüne çıktı. Hari öldüğünde savcının ifadesi yargının birtakım şaibe ve makamlar karşısındaki acizliğini göstermiş, utanç dolu bir sayfa olarak tarihe kazınmıştır:
“Aramızda kalsın ama elimizdeki deliller o kadar yetersizdi ki bir kediyi bile mahkûm etmemize yetmezdi.”