John Wick’in Arka Kapağı: Sadece Medeni Olmak İçin Ödenen Bedel

john wick

Vahdet İşsevenler Hakkında

86 doğumlu İşsevenler, Marmara Üniversitesi’nde hukuk lisansını, İstanbul Üniversitesi’nde ise yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. "Kurucu İktidarın Eleştirisi: Anayasanın Maddi ve Fail Nedeni", "Platonda Varlık ve Yasa" isimli iki kitabının yanı sıra hukuk felsefesi alanında makaleleri bulunmaktadır.

I – “Kurallar olmasa hayvanlar gibi yaşarız!”

John Wick’i vurdulu kırdılı filmler arasında özel kılan, “Kurallar olmasa hayvanlar gibi yaşarız!” fikri üzerine inşa edilmiş olması. Bizler profesyonel, medeni kimseleriz diyen bir haydutlar cemaati anlatısı hukuk felsefesi için vazgeçilmezdir. Kurallara uyan kötüler, ne yapacağı belli olan kimselerdir; dolayısıyla söz konusu cemaatte o kurallar sınırında bir öngörülebilirlik söz konusudur ve bu bağlamda bir hukuk güvenliği temin edilmiştir. Bu durumun kuralların içeriği ile alakası yoktur: Belden aşağı vurmanın yahut tekme kullanmanın yasak olduğu bir dövüş müsabakasında da aynı öngörülebilirlik söz konusudur Belden aşağınız güvendedir ama elbette bu dayak yemeyeceğiniz anlamına gelmez. Daha önemlisi, bu müsabakanın anlamı hâlâ birinin diğerinden daha fazla dayak yemesidir. Kurallı olması oyunu oyun yapar, oyunun oynanabilirliğini temin eder ama bu durum oyunu tek başına iyi bir oyun yapmaz.

Bu bağlamda John Wick evreni, medeniyet oyunun bir özetini sunar: Sadece kendi aralarında geçerli olan para birimleri vardır, son derece formel bir dil kullanırlar. Sonra, kanlı biten bir günün ardından döşemelerinizi çizmeden, geride delil bırakmadan ortalığı pirüpak yapacak bir temizlik şirketinin olduğu bu ülkede silahlı çatışmada ihtiyaç duyacağınız güvenliği ve esnekliği şıklığınızdan ödün vermeden temin edebileceğiniz terzilere rastlarsınız. Aylarca kalsanız da aynı yemeği iki kere yemek zorunda kalmayacağınız bir menüye sahip olan Continental Otelinin aynı titizlikle iş gören, müşterinin her türlü ihtiyacına hazırlıklı olan bir oda servisi vardır; yaralarınız itinayla dikilir, ihtiyaç duyduğunuz dozajda ağrı kesici, performans artırıcı temin edilir. Burada iş görüşmelerinizi yaparken aynı zamanda sosyalleşebileceğiniz haydutlara özel bir bar da bulunur. Belki de en önemlisi, bu otelin sınırları içerisinde çatışmaya girmek yasaktır. Keyifli, deliksiz bir uyku çekebilirsiniz.

Uzun lafın kısası insanca yaşamak için ihtiyaç duyacağınız her şeyin olduğu bir haydutlar medeniyeti ile karşı karşıyasınızdır.  Tüm bunlara sahip olabilmenizin ise tek bir koşulu var: Sözünde durmak. Eğer bir haydutsanız ve Continental Otelinde vurulma tehlikesi olmadan konaklamak istiyorsanız, bu otelde geçerli olan çatışma yasağına riayet etmeniz gerekir. Tüm haydutların bu imkâna erişebilmek için uzlaştıkları bir sözdür bu yasak. Öyle ki tıpkı devlet hukukunda olduğu gibi ihlal ihtimaline binaen bir yaptırımı da vardır: tüm haklarınız iptal edilir! Oyun dışında kalırsınız; Yunan polislerinin idam veya sürgün seçimlik cezasına eşdeğer bir yaptırım. Bu tetikçilerin töresidir. Törel bilinç üzerinde yükselir Wick medeniyeti, her medeniyet gibi. Bir erdem olarak algılanan ahde vefayla medeni olabilmenin koşulu olarak karşılaşırız bu bağlamda. Bu yüzden kahramanımıza sık sık hatırlatılır: “Kurallar olmasa hayvanlar gibi yaşarız!”. Görünen o ki bizi hayvanlardan ayıran, avımızı daha sofistike yollardan dişlememiz.

Gerçekten de modern dünya öncekinden farklı olarak adil bir evrene duyulan inancın değil haklara sahip olan bireyin üstünde yükselir ve hakka sahip olmanın koşulu diğerinin hakkını tanımaktır. Sözünüzde durmazsanız, insan olmanın asgari koşulunu yerine getirmezsiniz; ağzınızdan çıkanlar gürültüye döner ve yeterince insan bu tutumu sürdürürse düzen bozulur. Kuralsız bir çatışmanın içinde buluruz kendimizi, herkes herkesle her yoldan çatışır. Barbaros, kekeleyen, konuşamayan demektir; söz namus/nomos (düzen) demektir. Uzun lafın kısası sadece ve alt tarafı medeni olmak için ödenmesi gereken bir bedeldir sözünde durmak, ahde vefa etmek.

II – “John Wick aslında buradan başlıyordu”

Kültür yani olan bitene bir anlam atfetme potansiyeli insanı tarif eder. Kendimize bir ev inşa edebilmemiz için buna ihtiyaç duyarız. Öyle ya, modern insan, doğada yaşamaz. Doğa deyince aklınızda canlananı bitkiyi, böceği doğuran doğa olarak anacak olursak, aslen kendisi de o doğanın bir parçası olan insanın o doğaya yaptığı eklentilere “doğurulmuş doğa” diyebiliriz. Ve insan, mağarada değil yaptığı binada yaşar, dalından topladığı meyveyi sebzeyi değil işlediği hasadı yer, sadece üremek için değil hatta çoğu zaman zevk için, öyle istediği için, sevdiği için sevişir. Ve insan sadece yeme-içme, barınma ve üreme yani hayatta kalma değil, yaşamadır.

Dedik ki, kendimize bir ev inşa etmek, barınma ihtiyacı için değil. Ev dediğin kuru bir barınak değildir. Öyle olsa ev dekorasyonuna yönelik mağazalar olmazdı. Her ne kadar süs bir kültür nişanı olsa da nihai olarak kastettiğimiz bundan ibaret değil. Evi ev yapan -hadi üşengeçliğimi romantize edeyim- yuva yapan, etrafını çevreleyen duvar değildir; berjerin köşesindeki yırtıklar kedimi, duvarları örten kitaplar “bunların hepsini okudun mu?” diyenlerden yılgınlığımı, ezcümle deneyimden geriye kalan her bir kırışıklık beni anlatır. Onlar olmazsa çıplak kalırım, ete kemiğe dönerim, farkım yani ben, dünyadan silinir, dünyamı yitiririm, dünya başıma yıkılır. Anlamsız gelir devam etmek. Nasıl ki yedi renk onlara düzen veren bir ilkeye göre sıralandığında sonunda güneşin açacağı maceralara davet eden bir gökkuşağı oluveriyorsa, onları anlamlı şekilde birleştiren bu düzen yerine bir kaba gelişigüzel boşaltıldıklarında da göğü kapatan, günlerden umudu saklayan bulutlar gibi kapkara olurlar.

İnsan, yaşamda, hayatta kalmadan fazla bir anlam bulur. Anlam bulma onun faziletidir. Peki ya doğru anlam? Ben de sen de, iki kişinin hür iradeleriyle şahitlerin ve memurun önünde bir araya gelmelerine evlilik deriz, bu hukuka göre, bir araya gelir ve buna göre boşanırız. Evlilik bu mudur? Bu değildir ama bu kadarı için dahi söze ihtiyaç duyarız. Öteki türlüsü barbarca bir iştir, kekelemedir. Sözünde durmak sadece medeni olmak için ödenen bir bedeldir. Bir de güzel söz söylemek, doğruyu söylemek var…  Aynı evi değil yuvayı paylaşmak için biçimsel olana değil içeriksel olana bakmak zorundayız. Yani sadece kurallara uymak değil doğru kurallarla yaşamak gerekir. Sadece sözümüzde durmak değil doğru söz söylemek gerekir.

Sözünde durmak oyunu oynamaya devam etmek için gerekir. Dijital çağdaki oyunlar mağlup olunursa kaydedilen yerden tekrar başlamayı mümkün kılsa da hayat oyunu için hâlâ böyle bir imkânımız yok, bu nedenle zorun oyunu bozduğunu deneyimlerimizden öğrenmek zorundayız. Dijital oyunlardan öğrenebileceğimiz daha önemli bir husus ise içimizdeki hilebazlar için. Evet, şifre yazıp kendine avantaj sağlayabilirsin, karşı takımın kontrolünü de alıp istemediğin oyuncunu değerinin üzerinde sana tehlike oluşturmayacak şekilde rakibine satabilirsin. Dene bunu. Dene ve gör: sadece kazanmak için oynadığında oyunun artık oyun olmadığını. Kuralları bozduğunda, yakalanmasan bile mağlup olduğunu. Zira sen biliyorsun işin aslını ve bu durum başarma hissini senden almaya yetiyor. Bu doğa yasasıdır dostum: zor oyunu bozar. Sadece ve sadece oyunu oynayabilmek için kurallara uymak zorundasın. En hakikatli kural, kurallar kuralıdır bu. Ve sana sadece oyunu oynayabilmeyi vaat eder. Ki burası daha yolun başı. Bir de iyi oyuncu olmak var ve dahası iyi bir oyunda iyi bir oyuncu olmak.

John Wick aslında buradan başlıyordu. Kötü oyununun iyi bir oyuncusuydu, emekli olmuştu. Yaşamak dışında başka bir amacı olmayan iyi bir oyuna terfi etmişti. Dikkat ediniz, yaşamaktan bahsediyoruz, hayatta kalmaktan değil. Hayatta kalma amacı da yaşamayı araçsallaştırır zira.  Geçim boyunduruğundan kurtulup, kendini bir amaç olarak yaşayabilmekten başka nedir ki işçinin özgürleşmesi. Filmin en başında Wick, sıradan biriydi. Tek düze bir hayatı vardı. Tüm masalların vadettiği mutlu son John Wick’in başındadır. Sıradan, aksiyonsuz, tek düze bir hayat.

Tüm bu olan biten nihayete erdiğinde, ne olacak? Geçim derdi sona erse, savaşlar bitse yani diyelim ki uslu durduk ve cennete gittik, yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda bile değil, atıkların olmadığı bir yerdeyiz. Hiçbir eksiğin olmadığı yerde hareket de olmayacaktır. Öyle ya insan eksikliktir ve her hareketi tamam olmak içindir. John Wick işte tam da böyle başlıyordu. Hareketsiz, aksiyonsuz bir hayattan düşüş, cennetten iniş… Hikâyemiz böyle başlamadı mı?

Belli belirsiz bir anı bizim için o günler. Wick’in soluklandığında, tekrar ve tekrar izlediği kısa videoda saklı olan anı gibi. Yaşamaya değer bir şeyler vardı: Uğruna yaşanacak bir şeyler, tüm bunlara katlanmaya değecek. Söz verip de tutamayan gürültücülerin, kuru sözlerle karın tokluğuna yaşatanların ruhumuzu tutsak ettiği bu kafesten kurtulabilmek için o anıyı canlı tutmaya ihtiyacımız var.

Bir cevap yazın