René Girard’ın Arzu Üçgeni ve Taklitçi Arzu

Ozan Kayhan Hakkında

Ekim 92'de Hakkâri'de doğdu. Van Fen Lisesi'nin ardından Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Fil'm Hafızası'nda başladığı yazarlık serüvenine art-his'te devam ediyor. En sevdiği şair Edip Cansever, en sevdiği kelime alternatif.

“… Amadis yürekli ve sevdalı şövalyelerin kuzey yıldızı, güneşi olmuştur; dolayısıyla sevdanın ve şövalyeliğin bayrağı altında savaşan bizler onu taklit etmeliyiz. Bu yüzden Sanço, dostum, öyle sanıyorum ki onu en iyi taklit eden gezgin şövalye, mükemmel şövalyeliğe en çok yaklaşan olacaktır.”

Don Kişot, Cervantes

René Girard, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat adlı kitabında üçgen arzu teorisinden bahseder. Girard’a göre arzulayan özne ile arzulanan nesne arasında doğrusal bir çizgiden öte, bu ikiliyi birbirine bağlayan başka bir doğru daha vardır: dolamlayıcı. Dolamlayıcının da doğrularla somutlaştırdığı bu ilişkiler silsilesine katılmasıyla karşımıza yeni bir şekil çıkarır ve Girard buna arzu üçgeni adını verir.

İnsanın daima Öteki’nin arzusuna göre arzuladığını savunan Girard, bu teorisini ispat için de Cervantes’ten Flaubert’e, Nietzsche’den Stendhal’a kadar birçok yazarın eserlerini ve kahramanlarını özne-dolamlayıcı-nesne ilişkisi içinde inceler. Girard’a göre elbette üçgen arzu modelini görmediğimiz birçok yapıt da vardır ve arzuyu her zaman nesneyle özneyi birbirine bağlayan basit bir düz çizgi olarak da temsil edebiliriz. Fakat bu, arzuyu tanımlamaya yeter mi? Cevabı, yazıyı sonuna kadar okuyanlara pozitif ayrımcılıkla, siz değerli okuyucuya bırakıyorum.

Dilimize Farsçadan geçtiği düşünülen ve bir şeyi isteyip onun olması konusunda büyük dürtü duymak olarak tanımlayabileceğimiz arzu sözcüğü, Fransızcada “cinsel istek ve haz” anlamlarına gelir. Fransız psikanalist Jacques Lacan bu tanımlamayla yetinmeyip arzuyu, mutlak bir şekilde tanımlanamayan devasa fiziksel ve zihinsel tutku olarak yeniden anlamlandırır. Aynı zamanda Psikanalizin Etiği isimli eserinde suçlu olunabilecek tek şeyin arzunun peşini bırakmak olduğunu belirterek devam eder. Freud ise arzunun stabil olmadığını, maskelenebildiğini fakat yıkılmaz bir şey olduğunu belirtir. Yakın dönem düşünürlerimizden Ulus Baker, bir konuşmasında arzusuz hiçbir şeyin yapılamayacağını söyler ve şöyle devam eder: “Özellikle beşeri, hayvani ya da bitkisel bile diyebilirim, arzu tamamen yaşamın temel bir unsuru ve elemanı, özü gibi. Kuşkusuz sanatsal, bilimsel ve felsefi üretim de bunların dışında asla düşünülemez”.

René Girard

Arzu kavramını çeşitli biçimlerde temellendirdikten sonraki durağımız arzunun belirleyici ve dolamlayıcıları olacak. Nitekim arzuyu tanımlarken şekillenebileceğinden ve stabil olmayışından söz etmiştik. Peki arzularımızı neye göre şekillendiriyoruz? Bu noktada Deleuze ve Guattari’ye söz kesilecek olursa arzunun iki farklı biçiminden bahsettiklerini görürüz. Bunlardan ilki, arzularımızın üretim merkezi olan bilinç dışımızdır. Bilinç dışımızda sonsuz sayıda bağlantıdan arzular üretir ve bu çok sayıdaki üretimi özne ya da nesneden bağımsız kurarız. İkinci olarak da sosyal çevremizin arzularımıza olan etkisinden söz ederler, arzularımız sosyal çevremizle ilintili olarak doğar ve şekillenir. Özetle arzuyu bilinç dışındaki akış ile sosyal alanda üretilen göstergeler sisteminin bir ürünü olarak tanımlarlar.

“…Kendi arzularını kendine ilah edinmiş olanı gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?”

Furkan Suresi, 43. Ayet

Kutsal kitaplarda insanların tanrının buyruğu dışında kendilerine arzu edinmesi yasaklanmış ve bu hataya düşenlerin çeşitli şekillerde cezalandırılacakları bildirilmiştir. Bu noktada dua, istek ve arzu kavramlarının ayrımının iyi yapılması gerekmektedir. Dikkat edilecek nokta arzulamak dışında arzunun şekillenmesinde sakınca olduğudur. Kant, insan aklına doğal istek ve arzularını bastırma görevi vermiştir. Ona göre ahlaki davranış, arzu ve eğilimlerimize rağmen ve bir amaç gütmeden yapılan doğru işlerdir. Hegel’e göreyse Kant’ın bu tanımında problem vardır ve asıl sorun burada başlamaktadır. Hegel, akıl yoluyla kavranılan salt ahlak yasası tarafından insanın harekete geçebileceğini gerçekçi bulmaz. Kant, kişisel çıkarlarla toplumsal değerler arasında bir bağ kurmaya çalışmamakla eksik kalmaktadır. Nitekim Hegel, ihtiyaç ve arzularımızın toplum tarafından belirlendiğini düşünür. Bu noktada Marx da Hegel’i destekler biçimde, insanların varlığını belirleyen şeyin, bilinçleri değil; tam tersine, onların bilincini belirleyenin, toplumsal varlıkları olduğunu söyler.

Şimdi isterseniz sorumuzu tekrar sorup yola René Girard’la devam edelim. Arzularımızı neye göre şekillendiriyoruz? Girard, arzu üçgeni kavramının yanına bir diğer tanımlamayı daha ekler: mimetik yani taklitçi arzu. Girard’a göre özne arzuladığı nesneyi, kendi iradesinin dışında üçgeni tamamlayan dolamlayıcının etkisiyle arzular, yani aslında dolamlayıcıyı taklit eder. Dolamlayıcı, diğer bir deyişle öteki, öznenin arzusunu tetikler, olgunlaştırır ve şekillendirir; bir bakıma ona rehberlik eder. Tüm bir arzu esasında bir taklitten ibarettir. Bu yüzden öznenin arzuladığı nesneye göre pozisyonunu biricik olarak belirlemesini Girard, romantik bir illüzyondan ibaret sayar. Eserin adında geçen romantik yalan kavramıyla anlatmaya çalıştığı da budur. En yakın çevremiz; ailemiz, arkadaşlarımız, rol modellerimiz, ekrandan gördüklerimiz; filmler, reklamlar, sosyal medya hesaplarımız, sayfalardan zihnimize yansıyanlar; kitaplar, dergiler aracılığıyla edindiklerimiz bu durumdan pekala münferit düşünülemez.

Bizler aslında romantik birer taklitçiden mi ibaretiz?

Copie Conforme (2010, Abbas Kiyarüstemi)

Tüm bu etkileşimler arasında gidip gelen ve çoğu zaman bu yüzden odağını kaybeden insan için akıllara özgünlük meselesi gelecektir. Arzularımızı bile ötekine göre belirleyip bir taklitçiden öteye gidemiyorsak nasıl özgün olabiliriz ya da özgün olanı nasıl anlayabiliriz? İranlı yönetmen Abbas Kiarostami, Copie Conforme filminin ardından yapılan bir söyleşide şöyle der: “Bizler özgün olanın karşısında durup onu anlayabilecek uzmanlar değiliz. Bu yüzden, kopyalar olmasaydı, özgün olanı anlayamazdık. Çoğumuz için özgün olan ulaşılmazdır. Bu yüzden bir kopyaya değer vermeli ve takdir etmeliyiz. Önemli olan budur.”

Aslı gibidir.

Kapak Görseli: Pieter Bruegel, Babil Kulesi (1563)

Konuyla alakalı filmler:

Copie Conforme (2010, Abbas Kiyarüstemi)

Close-Up (1990, Abbas Kiyarüstemi)

Silsile (2014, Ozan Açıktan)

The Dreamers (2004, Bernardo Bertolucci)

Bizim Büyük Çaresizliğimiz (2011, Seyfi Teoman)

La Grande Bellezza (2014, Paolo Sorrentino)

Amores Perros (2000, Alejandro González Iñárritu)

Konuyla alakalı kitaplar:

Romantik Yalan ve Romansal Hakikat / René Girard

Gürültüden Müziğe / Jacques Attali

Psikanalizin Etiği / Jacques Lacan

Ölümsüzlük / Milan Kundera

Don Kişot / Miguel de Cervantes

Sanat ve Arzu / Ulus Baker

Arzu Politikasına Giriş / Deleuze & Guattari

Bir cevap yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.