- Vizyona Göz Kırpan Festival Filmleri - 2 Haziran 2022
- 2022 Oscar Ödülleri: Orta Şekerli Filmlerin Gecesi - 29 Mart 2022
- Nomadland (2020): ABD’de Göçebe Olabilmek - 14 Mart 2021
- Makineler De Âşık Olup Yas Tutabilir Mi?: Üç Duygu Durumu, Üç Dizi - 26 Şubat 2021
- Filmekimi’nin Ardından: Bu Yıl Ne İzlesek? - 18 Ekim 2019
- Fosse/Verdon (2019): Bob Fosse ve Gwen Verdon Üzerine - 29 Ağustos 2019
- Chernobyl (2019) Dizisinin Düşündürdükleri - 1 Temmuz 2019
- Aile Olmak Ya Da Olmamak: Üç Ülke, Üç Kültür, Üç Popüler Komedi - 23 Ekim 2018
- Kimlik Arayışı ve Ait Olmak: 37. İstanbul Film Festivali (Bölüm 2) - 16 Temmuz 2018
- Kimlik Arayışı ve Ait Olmak: 37. İstanbul Film Festivali (Bölüm 1) - 2 Temmuz 2018
Bob Fosse’yi tanımam üniversite yıllarına rastlar. Önce 70’lerin ünlü müzikallerinden Cabaret‘i (1972) izledim. Ardından televizyonda şans eseri Lenny‘ye (1975) denk gelmiştim, yönetmeninin Fosse olduğunu görünce şaşırdığımı hatırlıyorum. Birkaç yıl sonra All That Jazz‘ı (1978) izleyince nutkum tutuşmuştu ki hâlâ favori filmlerimden biridir. Fosse’yi gündemime tekrar aldıran, pek gürültü koparmasa da benim mest olarak seyrettiğim Fosse/Verdon (2019) mini dizisi oldu. Geçtiğimiz bahar sekiz bölüm hâlinde yayınlanan ve on yedi dalda Emmy adaylığı alan eser, Fosse ve onun ünlü aktris eşi Gwen Verdon arasındaki yüksek gerilimli ilişkiyi merkezine alıyor.
Sam Rockwell ve Michelle Williams’ın karşılıklı döktürdüğü dizi, Amerika’da -ve ülkemizde- pek beğenilmedi. Zaten otobiyografik bir eser olan All That Jazz‘den 40 yıl sonra aynı konuyu gereksiz yere anlatmakla itham edildi. Filmin başyapıtlığı konusu zaten aşikâr ama bence iki eser, benzer sahnelere sahip olsalar da aynı konuyu anlatmıyorlar. All That Jazz Fosse için bir günah çıkarma mekanizması olarak işleyen yarı sürreal bir müzikal iken Fosse/Verdon ünlü bir karı kocanın ilişkisini iki tarafından da anlatmaya çalışan bir televizyon şovu.
İki eser arasındaki en önemli fark, Gwen Verdon. Birinde neredeyse bir figüran kadar önemsizken diğerinde bir başkarakter. Dizinin ilk bölümlerinde Fosse’nin aleni şekilde aldatması sonucunda çift ayrılıyor. Fosse ölene kadar hiç boşanmasalar da ve mesleki birlikteliklerini devam ettirseler de temelli ayrılıyorlar. Sonrasında ise Ann Reiking ile yaşadığı ciddi ilişkiye rağmen önüne gelen her kadınla yatan bir Fosse izliyoruz.
Bu dönemde Fosse, hem Broadway’in hem de Hollywood’un aranan yönetmeni. Oscar, Emmy ve Tony ödüllerini aynı yıl (1973) içerisinde toplayabilen -hâlâ daha- tek kişi. Böyle bir ortamda bir oyuncunun Fosse tarafından seçilmesi büyük şans. Tabii kendisinin seçtiği kadın oyunculardan bir ricası oluyor. Fosse/Verdon‘un bir sahnesinde onu reddeden bir kadının rolünün hemen ertesi gün nasıl kesildiğini, bu durumda onunla bir gece geçirdiğinde rolünün nasıl iade edildiğini şaşırarak izliyoruz.
#metoo Hareketi
Sinema sektöründeki -en kibar ifadeyle- taciz vakalarının başka bir örneğini de Gwen Verdon’un hayatından izliyoruz. Verdon daha reşit olmadan babasının bir arkadaşının tacizine uğrayarak hamile kalıyor ve zorla evlendiriliyor. On yıl içinde Broadway müzikallerinin aranan yıldızı olacak bir kadının hayatından bahsediyoruz.
Aslında herkesin bildiği, bol dedikodusu yapılan ama yüksek sözle dillendirilmeyen veya yazılmayan konular bunlar. 2017 yılında başlayan #metoo hareketi sayesinde yavaş da olsa bu durum değişmeye başladı. Ünlü ve güçlü insanların yaşadıklarını açıklamalarıyla başlayan hareket, diğer ülkeler ve sektörlerde de yankı buldu. Ülkemizdeki kadın sinema emekçilerinin başlattığı #susmabitsin girişimi mesela. (Bu girişim hakkında ayrıntılı bilgiyi, http://fasikul.altyazi.net/2019/07/05/susma-bitsinin-sesi/ bağlantısındaki röportajdan alabilirsiniz.)
Fosse/Verdon‘un da bu hareketten doğrudan etkilendiğini düşünüyorum. Fosse ile Verdon arasındaki ilişkiyi izlerken doğal olarak Fosse’nin gücünü kullanarak eşini defalarca aldatması, yapıtın başat öğelerden biri oluyor. Ayrıca Fosse’nin yaratıcı olarak yer aldığı tüm işlerde, -değil isminin zikredilmesi ufacık bir minnet bile gösterilmese de- Verdon’un maddi ve manevi desteğine şahit oluyoruz. Cabaret‘deki kostümden, koreografiye ve de kurguya Verdon’un payı gayet yüksek iken Fosse, Oscar konuşmasında kendisini anmıyor bile. Bu arada Verdon’un ünlü Singin’ in the Rain (1952) müzikalinde Gene Kelly’ye koreografide yardım eden iki kişiden biri olduğunu not edelim, filmin künyesinde -doğal olarak- adı geçmeden tabii!
Peki tüm bu bilgiler ışığında Fosse’nin adını anmayalım mı? Onun 70’lerdeki kariyer zirvesini görmezden mi gelelim? Verdon ve sonraki süreçte yine defalarca aldattığı sevgilisi Ann Reiking (ki All That Jazz‘da kendisini oynar) el ele vefatından sonra hep onun mirasının korunmasına çalışırken biz yok mu sayalım?
Bu sorular ve bunlara verilecek cevaplar çok çeşitli, aynı zamanda da çelişkili. Durumun muğlaklığı ve çokbileşenliliği, akla tabii insanlık tarihindeki binlerce örneği getiriyor. Lakin sadece sinema dünyasında bile benzeri onlarca örnek bulmak mümkündür.
Robert Schnakenberg’ün kaleme aldığı Büyük Yönetmenlerin Gizli Hayatları (Domingo Yayınları, 2014) kitabı, bize sürüsüne bereket örnek veriyor. Bir ayak fetişisti olan Cecil B. DeMille’in çalıştığı kadınlarla ofisindeki halıda beraber olması, Charlie Chaplin’in hayatı boyunca reşit olmayan kızlarla evlenmesi, Frank Capra’nın hiç gizlemediği siyahi ve Meksikalı düşmanlığı, Walt Disney’in faşistliği, Luis Bunuel’in seks ve silah manyaklığı, Elia Kazan’ın gammazlığı, Polanski’nin reşit olmayan kızlara yaptığı muameleler, Sam Packinpah’ın –Straw Dogs (1971) gibi- filmlerine bile sinmiş kadın düşmanlığı, Godard’ın derin ego sorunları, Werner Herzog’un oyuncularını öldürmesine ramak bırakan krizleri, Lynch’in ölü hayvanları kesip biçtikten sonra bunları fotoğraflamaktan zevk alması…
Sinema Tarihine Katkıları
Fosse gibi tüm bu isimler utanç verici yönlere sahip olsalar da sinema tarihine çok önemli katkılar sağlamışlardır. Şahsen böyle insanların adlarını hiç anmamaktansa farklı yönlerini (başarılarını da, yanlışlarını da, zaaflarını da) bilerek ve tartışarak hatırlamanın çok daha yararlı olacağı kanısındayım. İnsanları, başka birçok şey gibi tek bir etikete indirgemenin, o kişi açısından ziyade durumların/olayların/kavramların eksik -ve kimi zaman da yanlış- algılamanmasına ve anlamlandırılmasına yol açtığı için sakıncalı buluyorum. Bir insan ideal iyi olamayacağı gibi, saf kötü de olamaz. Lakin böyle eğitilen ve düşünen kitleler, bu yüzden insanlığın ve dünyanın karmaşıklığını, öngörülmezliğini, doğasını anlamıyorlar. Çevresini tek boyutlu algılayabilen biri, kararlarını da tek boyutlu veriyor.
İşte bunların bir nebze önüne geçmek için çaba sarf ettiğinden Bob Fosse’yi tüm yönlerinden ele almaya çalışan Fosse/Verdon gibi yapımlara değer veriyorum. Tabii Fosse’nin arkasında bulunan ve onun adını hâlâ zikretmemize yol açarak başarılarının görünmez ortağı olan Gwen Verdon’u tanımamıza ve geç de olsa onun gerçek değerini bilmemize önayak olduğu için müteşekkirim. Darısı eşlerinin ve diğer erkeklerin gölgesinde kalmış nice kadınlara…