- Vizyona Göz Kırpan Festival Filmleri - 2 Haziran 2022
- 2022 Oscar Ödülleri: Orta Şekerli Filmlerin Gecesi - 29 Mart 2022
- Nomadland (2020): ABD’de Göçebe Olabilmek - 14 Mart 2021
- Makineler De Âşık Olup Yas Tutabilir Mi?: Üç Duygu Durumu, Üç Dizi - 26 Şubat 2021
- Filmekimi’nin Ardından: Bu Yıl Ne İzlesek? - 18 Ekim 2019
- Fosse/Verdon (2019): Bob Fosse ve Gwen Verdon Üzerine - 29 Ağustos 2019
- Chernobyl (2019) Dizisinin Düşündürdükleri - 1 Temmuz 2019
- Aile Olmak Ya Da Olmamak: Üç Ülke, Üç Kültür, Üç Popüler Komedi - 23 Ekim 2018
- Kimlik Arayışı ve Ait Olmak: 37. İstanbul Film Festivali (Bölüm 2) - 16 Temmuz 2018
- Kimlik Arayışı ve Ait Olmak: 37. İstanbul Film Festivali (Bölüm 1) - 2 Temmuz 2018
İstanbullu sinemaseverlerin her yıl merakla beklediği bir Filmekimi daha geride kaldı. Benim için öne çıkan yapımları özetlediğim bu yazımda, yıl boyunca izleyebileceğiniz öneriler de bulacaksınız.
Bu yılki Altın Palmiye’yi kazanan Parasite, gerilim-dram-komedi öğelerinin dozunu iyi ayarlayan bir sınıf eleştirisi. Joon-ho Bong tür klişelerini yerli yerinde kullandığı incelikli senaryosunu, benzer titizlikteki yönetmenliğiyle perçinliyor. Film, yıl sonu listelerinde ilk sırayı oynayacaksa da başyapıt statüsüne erişeceğini düşünmüyorum.
Dolor y Gloria (Pain and Glory) klişe başlangıcına rağmen anlatımındaki içtenlik ve öznellikle beğeniyi hak ediyor. Pedro Almodovar, yaşayan en özgün yönetmenlerden biri olduğunu yeni filmiyle bir kez daha ispatlıyor. Banderas ise zaten kariyerinin zirvesinde.
Brezilya yapımı Bacurau sınırlarını zorlamasa da özgün bir fikri bütünlüklü işleme biçimiyle öne çıkıyor. Espriler dozunda, şiddet abartılmıyor. Miles Davis: Birth of the Cool belgeseli cazseverler ve bilhassa Davis hayranları için doyurucu bir çalışma. Sinemada belgesel izlemenin tadı ise bir başka.
Portarit de la Jeune Fille en Feu (Portrait of a Lady on Fire), adı üzerinde yakıcı bir aşkı duygular üzerinden anlatıyor. Duyguyu geçirip geçiremediği tartışılır ancak teknik açıdan kusursuzluğuna kapılmamak elde değil. And Then We Danced‘i diğer büyüme hikâyelerinden ayıran öğeler ise gerçekçiliği, nesnelliği, içtenliği ve ana karakterine müdahale etmeden onu destekleyebilmesi. Keyifli ve dokunaklı olmasının yanında filmin meselesinden hiç taviz vermemesi de takdire şayan. And Then We Danced, genel olarak Call Me by Your Name (2017) taklidi olmakla itham edildi. Şahsen Portarit de la Jeune Fille en Feu‘nun -yine farklı sularda yüzse de- Call Me by Your Name’e daha çok benzediği kanaatindeyim. İkisi duyguları ön plana çıkarırken ve aşkın tutkusunu övüp bitişinin yasını tutarken, And Then We Danced esas olarak bir büyüme hikâyesi. Ana karakterin yaşadığı eşcinsel aşk bu süreçte onu yaralasa da aslında olgunlaştıran ana etmen.
The Farewell, keyifli bir komedi-dram olmasının yanında aile-bireyselleşme ile Doğu-Batı farklarını gündelik hayat üzerinden başarıyla yansıtmasıyla öne çıkıyor. Lulu Wang’ın kişisel bir konudan herkese hitap eden bir eser yaratması alkışlanılası. La Vérité‘in (The Truth) vasat üstü aile dramından ziyade “Gerçek dediğin nedir ki?” önermesini başarıyla filme yedirdiğini görüyoruz. Koreeda’nın en iyileri arasında sayılmasa da sınırlarını bilen bir yapım.
Hayatımda ilişkinin başlarındaki heyecanı, tutkuyu, bilinmezliği ve kafa karışıklığını Un Homme et une Femme (A Man and a Woman, 1966) kadar etkili anlatan başka bir film izlemedim. Elli üç yıl sonra gelen devam filmi Les Plus Belles Années d’une Vie (The Best Years of a Life), bir nostalji sadece. Benim gibi Un Homme et une Femme hayranları için hoş bir bir buçuk saat sunan, maalesef ötesine geçemeyen, finalsiz bir Lelouch filmi.
Senaryosu yönetmenliğin yanında çok zayıf kalsa da, bir aksiyon filmine sanatsal gölge-ışık kullanımının ne kadar yakışacağını gösteriyor Yi’nan Diao. The Wild Goose Lake stilize aksiyonu sevenler için doyurucu. Le Gomera (The Whistlers) ise senaryosu geç anlaşılan, finaliyle tatmin eden, tartışmaya açık bir suç filmi.
La Belle Epoque izlemesi çok eğlenceli bir “kendini iyi hisset” filmi. Kahkaha attırıyor, düşündürüyor ve biraz da ilişkide gerçeklik hissini sorgulatıyor. Senaryoda derinleşmeye veya gerçeklik algısının kayboluşuna dair bir atıf ise bulunmuyor.
Baumbach bu sefer boşanma sürecindeki bir çiftin dinamiklerini oldukça gerçekçi şekilde betimliyor. Marriage Story, Kramer vs Kramer (1979) ve Scenes from a Marriage‘in (1974) 2019’a uyarlanmış, başarılı bir karışımı sanki. Anlattıkları yeni değil ama senaryosu ve ifade şekli hem modern hem de gerçekçi. Baumbach’ın en iyi filmi olmaya aday bir yapım.
Teşekkürler öneriler için. Bir izleme listesi gibi olmuş gerçekten.